Göç mü hicret mi Ekrem Yılmaz Sayı:
123 -
 
Tarih boyunca insanların yerleşim yerlerini değiştirmeleri hiç bitmemiştir. Tarihin tespit ettiği bu yer değiştirmelere Kavimler Göçü denmiştir. Bu bahsedilen göçler 375 ile 800 yılları arasında yaşanmış. Büyük Hun Devletinin sebep olduğu bu yer değiştirmelerde birçok Türk boyu daha batılara gelirken Cermen soyundan gelenler Avrupa’ya yerleşmişlerdir. Bu göçlerde ideolojik-inanç açısından bir saik yoktur. Daha çok savaş, kıtlık, kuraklık ve geçim sıkıntısı gibi sebeplerden olan bu göçler bir savrulma şeklinde cereyan etmiştir. Maddeyi aşan bir gayesi, mukaddes veya manevî bir hedefi yoktur. Bir de tarihlerin 622 yılını gösterdiği zamanda bir hareket, bir yer değiştirme var ki, bunun adına Hicret denmiştir. Mekke’den Medine’ye Allah Resulünün Hicreti ki, bir inanç uğruna vatanını, toprağını terk etmek ve bir gayesi ve plânı olmak demek. Önce bir nefes almanın vakti, sonra muhitten merkeze taarruzî dönüşün ilk adımı… Zafer plânlarını yapmanın yeni yurduna yerleşmek olarak anlaşılmış Hicret…
Tarihte göç ve hicretin başka birçok örneği sayılabilir. Burada Musa Aleyhisselâmın İsrailoğulları’nı Firavunun zulmünden kurtarıp Kızıldeniz’i asasıyla yarıp mucizesiyle selâmete çıkarmasını da anmadan geçmeyelim, bir hicret örneği olarak. Yapılan hedefsiz göçlerin mensuplarına göçmen denirken; bir gayeye matuf yer değiştirmek olan hicretin mensubuna ise muhacir ismi veriliyor.
Günümüzde bir asırdan beri Asya ve Kuzey Afrika ülkelerinden önemli ölçüde büyük kitleler halinde insanlar Avrupa’ya ve Amerika’ya akmaktadır. Bunların esas sebebi araştırıldığında görülen şudur ki, ya Batının sebep olduğu bir zulümden veya yine Batının sömürgesi olan ülke insanlarının yine Batı emperyalizmi yüzünden düştükleri her türlü sıkıntının içinden kaçmak olarak meydana gelmektedir. Afganistan ve Irak’ın işgalinin meydana getirdiği dramlar ortadayken, son on yılda Suriye’nin içine düştüğü durumdan mütevellit oluşan göç dalgaları dünyayı, bölgeyi ve tabiî biz Türkiye’yi de her yönden etkilemiştir. Önemli bir insanî problemle karşı karşıya gelmiş olduk.
Bu yaşananlar elbette bir göçtür. Ama Hicret değil. Zira bununla insanlar yaşamakta oldukları zulüm veya zorluklardan sadece kaçmaktadır. Bir hedef, bir mücadele ve bir dönüş plânları olmadan. Belki de olamamaktadır, insanlar fert plânında mazurdurlar. Hal böyle olunca sıkıntıdan kaçan insanlar rahat edebilecekleri ülkelere ulaştıklarında orada bir düzen kurmaya ve çalışma hayatına dâhil olmaya adım atıyorlar. Bu durum varılan ülkenin birçok düzenini bozmakta veya rahatsız etmektedir. Meselâ Türkiye ekonomisine yüz milyara varan maliyetler oluşturdu. Bu sorunla beraber aynı süreçte yarım asırlık terör belâsı yanında bir büyük deprem felâketi ve bir pandemi dönemi yaşayan Türkiye siyasî zorluklarla boğuşmaya başladı.
Türk halkı biriken bu sorunların içinde boğuşurken göçmen meselesi provoke edilmeye çok müsait hale gelmiş oldu. Batının, Türkiyenin yükselen bir güç olmasını engellemek için girişmeyeceği bir oyun ve eylem yoktur. Batı Türke karşı, onun aleyhine olacak her yolu dener ve içinde yer alır. Yeter ki o şey bize zarar verecek bir yol olsun, işte onu yapar. Bunun için aparatlar da mevcuttur içeride; yine yarım asırdır hainlik yuvalanmış, yuvalandırılmış içimizde. Bunlardan kimi cemaat görünümlü olmuş, kimisi parti…
Evet kaşınmaya çok müsait olan bu göçmen ve mültecilik meselesi son aylarda bazı guruplar ve bazı siyasî partilerce şiddete varan şekilde provoke edildi. Ve maalesef bazı insanlarımız da farkında olmadan bu mevzuda kullanıldılar. Problem sokakta çözülmez, hele şiddetle asla çözülmez. Dünya kaynarken, 3. Dünya Savaşı çıktı çıkacak derken Türkiye’yi istikrarsızlaştırmak kimin işine gelir? Bu göçmen meselesini açık tahriklerle kullanmak isteyenler acaba kimin adına iş görüyorlar? Türkiye’yi idare etmek isteyen bir parti bunu yapar mı? Yoksa idare etmek gayesine zaten ulaşamayacak bir oluşum, dış mihrakların maşası mı? Bunun cevabını arif insanımız biliyor.
Bu olayların içte ve dışta yansıması Türkiye’ye zarar olarak dönüyor. İçte masum insanlar darp edilip taşlanırken, Suriye’de o günlerde Türk bayrağı yakıldı. Elbet oralardaki olaylar da eşkıya çetesinin tahrikleri sonucunda oluşmuştur. Fakat Türk kamuoyunu çok rahatsız etti. Muhakkak devlet üstüne düşeni yapmış ve kışkırtıcıları kıskıvrak yakalamıştır. Ancak arkası gelmeyecek şekilde meseleyi halletmek gerekmektedir. Ve gerekenin yapıldığına şahit olduğumuz günler yaşadık. Şimdi bu göçmen, sığınmacı, mülteci adına her ne dersek diyelim, problemin çözülmesi aciliyet arz etmektedir. Bizim insanımız da birçok açıdan rahatsızlık duymaktadır. Zaten olaylar da bu rahatsızlığın istismarından çıkmakta ve imkân bulmaktadır. Olayın birçok boyutu vardır. Evvelâ insanî boyutunu kimse göz ardı edemez, etmemelidir. Elbet hemen kolundan tutun atın dışarı diyemezdi kimse... Öyle de oldu; dönenler rızasıyla dönüyor ve dönecek.
Ekonomik boyutu herkesi ilgilendiriyor. Önemli bir bütçe kaynağı buraya akıtılıyor ve bu toplumun her kesimini etkiliyor. Sonra meselenin sosyal boyutu var: İnsanlar buraya nasıl uyum sağlayacak, sağlıyor mu? Eğitimi, iş hayatı, sosyal ilişkiler vs. içinden çıkılmaz vaziyette. Ahlâkî sorunlar da yaşanıyor.
En önemlisi de bu insanlar günü geldiğinde ülkelerine dönecekler mi diyorduk. Dönmeleri için ne yapılıyor veya ne yapılmalı? Derken günü geldi. Muhalifler denen, Suriye mücahitleri bunu başardı: Esad zulmü ve zalim rejimi devrildi. Ve göçmenlerimiz şimdiden fevc fevc yurtları Suriye’ye dönmeye başladı. Çözüm insanları sokağa dökmek, şiddete yönlendirmek değildi, insanca yaşamanın yolunu bulmak ve insanca, ahlâkça, vicdanca doğru olanı hayata geçirmek ve gerçekleştirmekti. İnşaallah o günlere gideriz. Ancak bölgemizde göç sorunu bitecek değildir. Bölge kaynıyor ve insanlar doğranıyor. Bu şartlarda bir ülkede dert bitse diğerinde başlıyor. Toptan çözüm Ümmetin kendine gelmesi ve birliğini sağlamasıdır. Bu da göründüğü kadarı ile Türkiye’nin öncülüğünde başarılabilecek azim bir iştir. Bu iş için de irade, liderlik iradesi lâzımdır. Sergilenen dış siyasetimiz özlenen o iradeden izler sunuyor demek isterdik ve müjdemiz olurdu. Dileyelim ve yalvaralım ki, düş kırıklığımız olmasın.
Bugün varılan yerdekiler ensar, yeni konuklar muhacir; vuku bulan, akan, kaynayan yığınların hali de hicret değil. Maalesef! Hal bu iken göçler bitmez. İnsanları göçten kurtaracak Hicret şuurudur. Vatanlarını terk eden göçmen insanlar yerine memleketine dönmek üzere hicret eden MUHACİR olmak kafalara ve gönüllere yerleştirildiği gün, yani ümmet olmanın şuuruna erildiği gün problemin çözüldüğü gün olacaktır. Bunun da vadesini sormayın artık; epey uzakta görünüyor. Başsız bırakıldığımız bir asırdan beri çok kan kaybettik, manen de dibe vurduk. Umalım ve dua edelim ki ölmenin değil, olmanın idrakine hicretin günü gelmiş olsun. Şuur, dua ve aşk ile…
|