Ysl?mafobi Fatih Öncü Sayı:
61 - Ekim / Aralık 2009
İnsanlar korkusuz değildir. Her insan az çok bir şeylerden korkar. Bazı korkular vardır ki, takıntı haline gelebilir. Takıntı haline gelenler hayatımızı olumsuz etkileyebilir. Meselâ asansörde kalmaktan herkes korkabilir. Ama bazıları bu korku yüzünden asansöre binemez. Uçak, gemi, yükseklik gibi korkuları olanlar olduğu gibi, yılan, akrep, örümcek gibi hayvanlara karşı aşırı korkuları olanlar da vardır. Takıntı haline gelen bu tür korkulara "fobi" denir.
Bir de son zamanlarda "İslâmafobi" diye bir kavram çıktı. Acaba nedir bu "İslâmafobi"? Yeni mi çıktı, yoksa eskiden de var mıydı?
Hıristiyanlık ve Yahudilik asılları bozulmuş ve peygamberlerinden yüzyıllar sonra gelen din âlimleri (!) tarafından kendi düşüncelerine göre şekillendirilmiştir. Nefislerinin ve şeytanın rehberliğinde kendi heva ve heveslerine uygun yeni kitaplar icat etmişler, (1) dini aslından uzaklaştırmışlardı. (2)
Bunun üzerine Yüce Allah (cc), önceki kutsal kitaplarında müjdelediği Ahir Zaman Nebisi'ne, o kitapların aslını tasdik eden Kur'ân'ı göndermiştir.
İslâmiyet'in gelmesiyle, asılları bozulmuş olan kitapların hükmü kalkmış; Allah'u Tealâ Hıristiyan ve Yahudiler'i gönderdiği son dine Peygamberimiz (sav) aracılığı ile davet etmiş, (3) uymayanların yanlış yolda, sapkınlıkta olduğunu ilân etmiştir. (4) Aynı zamanda İslâmiyet'i kabul edip, esaslarına iman etmedikleri takdirde ilâhî azaba uğrayacakları vaat etmiştir.
Allah'a (cc) itaatten yüz çeviren Yahudi ve Hıristiyanlar, âdeta O'nun ile savaşa kalkmışlardır. "İnneddini İndellahil İslâm" (Allah katında makbul din muhakkak İslâm'dır) hükmü ve kendi dinlerinin İslâmiyet'in gelmesiyle yokluğa mahkûm olması en büyük korkularıdır. (5) Her ne kadar farklı mânâlar yükleseler de İslâmafobinin asıl mânâsı budur.
İslâmafobi ifadesi yeni olmasına rağmen, bir vakıa olarak İslâmiyet'in doğuşundan, hattâ öncesinden itibaren varola gelmiştir.
Yahudi ve Hıristiyan âlimleri ellerindeki kutsal kitaplarında müjdelenen Ahir Zaman Nebisi'nin gelişini bekliyorlardı. Fakat onlar kendi inanışları üzerine geleceğini ve bu sayede de kendi inançlarının doğruluğunu ve üstünlüğünü ispatlayacağını sanıyorlardı. Peygamber Efendimiz (sav)'in dünyaya teşrifinde meydana gelen mucizelerin (ki bu kutsal kitaplarda yazılıydı) farkına varmışlar ve onun geldiğini birbirlerine müjdelemişlerdi. (6)
Efendimizin (sav)'in çocukluğu da doğumunda olduğu gibi mucizelerle doludur. Hattâ bir seferinde Peygamberimiz (sav)'in amcası Ebu Talip ticaret kervanı ile Şama giderken Efendimiz (sav)'i de yanında götürmüştü. Şam yakınlarında bulunan bir manastırda görevli Rahip Bahira, kervanın üzerine gölge yapan bir bulut görür. Kendi kaynaklarında Ahir Zaman Nebisi'nin bir bulut tarafından güneşten korunacağını bilen Bahira, kervanı yemeğe davet eder. Efendimiz (sav)'i kervanın başında bekçi bırakıp davete gidilince, bulutun kervanın üstünde kaldığını fark eden rahip, kervanda kalan var mı diye sorar. Bekçi bırakıldığını öğrenince onunda getirilmesini ister. Efendimiz (sav) gelince üst elbisesini açar ve iki omuzu arasındaki peygamberlik mührünü görür. Ebu Talib'e O'nun Ahir Zaman Nebisi olduğunu, Şam'a gitmeyip geri dönmesini söyler. Çünkü "Yahudilerin onu tanıyıp, kendi ırklarından olmadığını öğrenirlerse ona bir zararlarının dokunacağından korktuğunu" söyler. Nitekim öyle olmuş. Peygamberimiz (sav) nübüvvetinden önce birkaç kez Yahudilerin suikast girişimine maruz kalmıştır, Allah'ın (cc) inayeti ile kurtulmuştur.
"Fobiler" gerçeğe dayanmayan, yersiz ve haddi aşan korkulardır; bu sebeple insanı yanlış davranışlara sevk ederler. Yahudilerin kavimlerini mübalâğa etmeleri, kendilerinden başkasına üstünlük yakıştıramamaları "Ya son peygamber bizim kavmimizden gelmezse" korkusu, hakikati bile bile inkâra sevk etmiş, hattâ onları kadere savaş açma derecesine düşürmüştür. Bu korku, başkaları tarafından da fark edilecek şekilde alenîleşmiş ve onları gülünç duruma düşürmüştür.
Sapkın inanışlara sahip bu insanlar, gerçekleri görmelerine rağmen, yüzyıllar boyu gerçekleri örtmüşlerdir. Sonuç olarak gerçekleri örten manasına gelen "kâfir" damgasını yemişlerdir. (7) Her gün kendilerine yanlış yolda olduklarını haykıran İslâm dinini ortadan kaldırmak için Müslümanlar üzerinde en vahşi katliam ve soykırımları uygulamışlar ve hâlâ uygulamaktadırlar. (8)
Uygulamada olup söylemde olmayan İslâmafobi kavramına, günümüzde farklı anlamlar yükleyerek Müslümanlar'a bir baskı unsuru olarak kullanmak istenmektedir. Kendileri hakikatleri kabul etmedikleri gibi diğer insanları da İslâmiyet'ten uzak tutmaya çalışmaktalar (9). Yaptıkları bazı eylemleri Müslümanlar'a mal ederek, Müslümanlar'ı terörist, İslâm dinini de gerice ve vahşi bir din olarak lânse etmekteler(10). İslâm ülkelerine demokrasi ve özgürlük adına her türlü vahşeti uygularken, oluşan tepkileri, kendi vahşetlerini masum göstererek, insanları İslâmiyet'ten uzaklaştırmak için kullanmaktalar. Yapılan zulümlere karşı her tepkide, "insanlar sizden ve dininizden korkuyor ve sizin yaptıklarınız insanlarda İslâmafobi oluşmasına sebep oluyor" demekteler. Onlarda ki İslâmafobi gayet normal. Ama bize ne oluyor, anlamak mümkün değil...
Burada şunu hatırlatmak isterim: Daha yakın zamana kadar Bosna’da, Kosova’da, Filistin’de, Afganistan’da, Irak ta, Doğu Türkistan da, Afrika'nın pek çok yerinde ve daha nice yerlerde yapılan vahşet ve zulüm kimlerin eseri...
Gerçeklerin farkında olup, bize, neyi, niçin dikte etmeye çalıştıklarını iyi bilmeliyiz. Onların beyinlerindeki bu korku onlara birçok kötülüğü yaptırırken bizim, bu kelimenin mânâsını dahi tam olarak idrak edemememiz acaba neyin işareti. İyi niyet mi, cahillik mi, basiretsizlik mi yoksa ihanet mi?
1:(2/75) (Ey mü'minler! Yine de yahudilerin) size inanacaklarını mı umuyorsunuz? Halbuki onlardan bazıları vardı ki, Allah'ın kelâmı (olan tahrif edilmemiş Tevrat'ı)nı dinlerlerdi de, onu anladıktan sonra, bile bile tahrif eder (bozup değiştirir)lerdi.
2:(2/146) Kendilerine kitap verdiklerimiz (Muhammed'in vasıflarını, kitaplarında gördükleri için) O'nu oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar. Böyle iken onlardan bir grup, bildikleri halde gerçeği gizlerler. [bk. 2/76; 6/20]
3:(5/19) Ey Ehl-i Kitab! Peygamberlerin arası kesildiği zaman, (önceki peygamberleri gönderdiğimiz gibi) size Resûlümüz (Hz. Muhammed) geldi. (Kıyâmette:) "Bize bir müjdeci ve uyarıcı gelmedi." dersiniz diye size gerçekleri açıklıyor. İşte size (son) müjdeleyici ve uyarıcı gelmiştir. Allah her şeye kâdirdir.
4:(4/44) Kendilerine kitaptan bir nasip verilen (Yahudileri ve onlar gibi)leri görmedin mi? Onlar sapıklığı (tercih edip) alırlar ve sizin de yoldan sapmanızı isterler. [bk. 3/99]
5:(9/32) (Bütün açık veya gizli kâfir gruplar, her yerde İslâm'a karşı olup) Allah'ın nurunu ağızlarıyla söndürmek isterler. Allah ise, kâfirler hoşlanmasa da, mutlaka nurunu tamamlamak (ve yüceltmek) ister (tamamlayacaktır da).
(9/33) O (Allah'tır) ki, müşrikler hoşlanmasa da (kemâle ermiş son) dîninin, bütün dinlerin üzerinde olduğunu göstermek için Resûlü'nü, hidayet (rehberi Kur'ân) ve hak din (İslâm) ile göndermiştir. [bk. 48/28; 61/8-9]
6:(2/89) (Yahudiler,) daha önce kâfirlere (müşrik Araplar'a) karşı zafer kazanmak üzere yardım isteyip dururlarken, onlara Allah katından, yanlarında olan (Tevrat'ın aslın)ı doğrulayan bir kitap ve (geleceğini Tevrat'tan) bildikleri (gelmesi için dua ettikleri peygamber) gelince (bu İsmailoğulları'ndan diye) onu inkâr ettiler (kâfir oldular). Artık, Allah'ın lâneti (bütün) inkârcılar/kâfirler üzerinedir.
7:(5/68) "Ey Ehl-i Kitab! Tevrat'ı, İncil'i ve Rabbinizden size indirilen (Kur'ân hükümlerin)i uygulayıncaya kadar (din namına doğru) hiçbir temel üzerinde değilsiniz." de. (Ey Muhammed!) Rabbinden sana indirilen (âyet)ler, kuşkusuz onlardan çoğunun azgınlığını ve küfrünü/inkârını artıracaktır, o halde kâfirler güruhu için üzülme.
8: (5/59) (Resûlüm!) De ki: "Ey Ehl-i Kitab! Biz ancak Allah'a, bize indirilene ve bizden önce indirilen(ler)e inandığımız için mi bizden (hoşlanmıyor) intikam alıyorsunuz? Halbuki sizin çoğunuz fâsık (Allah'ın emrinden çıkmış) kimselersiniz." [krş. 7/126; 9/74; 85/8]
9: (6/26) Onlar, hem (insanları) ondan (Kur'ân'dan) uzaklaştırırlar, hem de kendileri ondan uzak dururlar. Böylece ancak kendilerini mahvederler de hâlâ düşünmezler!
10: (14/3) O (küfre sapa)nlar, âhirete tercih ettikleri dünya hayatını severler. (İnsanları) Allah'ın yolundan alıkoyarlar ve onu (o yolu) eğri (ilerlemeye mânî/tutucu) göstermek isterler. İşte onlar (haktan) uzak bir sapıklık içindedirler. [bk. 3/99; 7/45, 86; 11/17]
|