D?nya Kürsü Nizam Sayı:
61 - Ekim / Aralık 2009
DÜNYA
(Bu bölümdeki imzasız yazılar, İman ve İslâm Atlası’ndan alınmaktadır)
GERİSİ
Bunlardan sonra gelen (plâstik) sanatlar arasında, heykel ve raks müstesna, İslâm'ın hiç birine itirazı yoktur. Resim, aslında ham yobazın vehmettiği gibi, bulunduğu yere meleklerin girmediği bir nefret mevzuu değil, şekillerin kaynaşması içinde çizgi ahengini arayan, mânâları suretlendirme sanatıdır; ve hürmet makamında tutulmadıkça ve putlaştırmaya vesile kılınmadıkça caizdir. Demek ki, onu, şöyle veya böyle bir günah değil, öz keyfiyetiyle masum, fakat kötü tahsisiyle küfür derecesinde mücrim bir âlet bilmeliyiz. Resim sadece günah belirttiği yerler, mevzuunun günah derecesine göredir. Bir de ona karşı namaz... Bütün müşahhaslara karşı müminin ruhundaki tehlike hissini aziz tutarak bildirmek lâzımdır ki, niyet halis oldukça korkulacak bir tarafı yoktur. "Altun Silsilenin" kolbaşlarından Seyyid Fehim Hazretleri, bir tahta perde önünde namaza hazırlanırken, önlerine isabet eden haç şeklinde mıhlanmış tahta parçalarını sökmeye davrananları şu muazzam ihtarla durdurmuştur: "Bırakın, siz ona ne niyetle bakarsanız o odur."
Heykelde iş değişiyor ve onun cisimlendirilmiş mahiyeti puta âlet olmak istidadını yaşatıyor. Yoksa bu istidattan hiç korku ve renk vermeyen mücerret ifade kalıpları içinde heykel, resimden farksız olmak gerek... İslâm'da kaba müşahhastan ürkme duygusu, her an resimle heykel müessiselerini tehlike görecek, hususiyle heykelden gocunmayı sürdürmekte haklı olacaktır. Yoksa, eski mezar taşlarındaki kavuk şekilleri, heykel değil de nedir?.. Elverir ki, hududu ve delâlet sımsıkı çerçevelenebilsin... Heykeli kaba müşahhastan kaçıran ve mücerrede bağlayan abide ile heykel farkını çözebilmek lâzım...
İş raksa gelince, onun ele alınabilir ve iyiye götürülebilir tarafı yoktur: Hele dinî vecde âlet edilmesinden büyük felâket tasavvur edilemez. Son zamanların turist fuarı haline getirilen ve sırmalı turist terliği menzilesine indirilen Mevlevî ihtifâllerinde, dinî yasağın hem İslâm zevkine, hem şeriat hiddetine, hem tarikat meşrebine, hem de başta Mevlâna Celâleddin-i Rumî Hazretleri bulunmak üzere, Mevlevîlik hakikatine iftira şeklinde en yalçın manzarasını görüyoruz.
İnsanların ve cinlerin müftüsü, tecellisi zahirde olsa da batından nasip sahibi, haşmet devrimizin büyük Şeyhülislamı Ubussud Efendimizin Mevlevî ayinlerindeki "Sema" ve "devran-dönüş şeklinde raks" için sorulan suale fetvası şudur: "Deveranı ibadet addeylerse mürtedir. Asla müslümandan ve öbür kitap ehlinden kadın nikâhlayamaz. Kestiği de ölü hayvandır. Amma ibadet saymayıp mübah bilerek devam ederse mürted değildir. Taat dışı fâsıktır. Sair fısk gibidir. Nikâhlısı boş düşmez ve kestiği hayvan yenir."
Güzel sanatlarda mihenk, neyin asliyle ne olduğu ve neye hizmet ettikçe olabileceğinin baremleştirilmesinden ibarettir.
İslâm bu mânâda bütün güzel sanatlara kucak açmış ve meseleyi günah avcısı kaba softa ve ham yobaz tasallutundan korumuştur.
Hâsılı, raks ve heykelden gayrı bütün güzel sanatlar, ya makbul, ya mazur ve hepsi birden gayeye memur...
BAZI ÂLETLER
Bazı keşifler ve âletler karşısında direne direne onları hükmü altına girmektense onları İslâm'ın hükmüne tâbi kılıp seve seve tatbik etmekten daha mükemmel bir usul düşünülebilir mi? Bu âletlere nefretle katlanmakta zebunluk, anlayarak kucak açmakta sultanlık vardır ve İslâm sultan dindir. Hakikat sultanı Allah'ın Allah indinde din İslâm'dır-, dediği din... Onun içindir ki, bir yerde bir keşif görüp muhasebe ve murakabesini yerine getirdikten sonra, sıhhat muayenesinden geçirilmiş neferler gibi hizmete çağrılmasında mâni bulunmadığı şöyle dursun, emir vardır.
Bu âletlerin başında radyo, televizyon, sinema... Bunlar İslâm tefekkür ve tahassüsünün emri altına almak, zamanı verimlendiren, mesafeyi kısaltan ve insanları demetleştiren bu âletleri, Allah aşkı yolunda kullanmak vazifedir.
Ahiretin hakkı, dünyanın hakkını görmek ve oraya basamak yapmakla başlar. Sonunda feda edilecek bir şeyin feda edilmesindeki kıymet, onu nihaî derecede değerlendirmek ve noksanını hiçbir eksiğe yer vermeksizin anlamakla olur. Böylece "hiç ölmeyecek gibi dünya, hemen ölecekmiş gibi ahiret" sırrına varılır. Bu bakımdan, âlet, manivelâ, destek vecibe mahiyetini kazanır. Kendisine "tayy-ı mekân" denilen, bir yerden bir yere uçma iktidarı verilse bile hiçbir veli, dünya hakkı noktasından, uçağa binmekten müstağni kalamaz.
NİKÂH
Dünya hakkının en büyük faaliyet şubelerinden biri, üremek ve insan nev'ini çoğaltmaktır...
Allahın Resulü "evleniniz, çoğalınız, yarın ben ahirette, öbür ümmetlere karşı sizin çokluğunuzla iftihar ederim." buyurdular.
Kadın ve erkek, karşılıklı olarak iki cins, birbirinde, büyük ve münezzeh visalin dünya üzerinde, dünyaya mahsus kokusunu buldular ve cazibelerin en çekicisiyle bağlandılar.
Bu sırdan ötürüdür ki, Kâinatın Efendisi kendilerine dünyadan üç şey sevdirildiğini, birinin kadın, öbürünün güzel koku, daha öbürünün de namaz olduğunu işaretlediler. Namaz, yani en büyük nimetlerin peşinden Allah’a hamd ve teslimiyet ifadesi... Her şey onun maiyetinde...
Bu noktada sırların sırrı yatar ve melekiyyetten üstün bir derece olan beşeriyetin, erkekte kadın ve kadında erkek ihtiyacı mânâlanır.
Nitekim melekiyette en üstün peygamber derecesi Hazreti İsa'da mihraklaşırken, beşeriyette en yüksek derece de Âlemlerin yüzü suyu hürmetine yaratıldığı Resuller Resulünde tecelli etti.
İslâm'da rehbaniyet ve kadından kesilme asla yok, aksine, kadını kemale uçurucu bir vasıta bilme anlayışı vardır. Ama bu sırra inmekten aciz, tahrifçi Hristiyanlık, işi satıh üstü ele alır ve (mistik-sırri) olmaktan dem vururken bu noktadaki gaamızayı göremez ve maddeyi bırakırken de maddeci olmaktan kurtulamaz. Kadın, onun gözünde, madde plânındaki çizgileriyle hayvanî bir iştiha ve lezzet âletidir ve insanî kemal bu iştiha ve lezzete sırt çevirmekle kaim... Halbuki İslâm'ın hakikatinde kadın, aynı iştiha ve lezzetin ötesinde büyük visal idealinin erdirici remzi... Hakiki aşka bu mecazdan geçilir.
Dünya işine ait en büyük sünnet olan evlenmeyi böyle telâkki etmek, onun icabı şehvanî kuvveti hayvanlığın üstünde ve makbul tutmak ve peygamberdeki kadın incihazının sırriliği üzerinde derinleşebilmek gerek...
Şehvanî iktidar, denilebilir ki, türlü insan yapısı içinde İslâmî bir mizaç ifadesidir. Yeter ki, zaptedilebilsin ve yerinde ve şartları içinde kullanılabilsin... Onun içindir ki, kadın, malikiyeti şartlarına göre hem en büyük helâl, hem en büyük haram...
ŞARTLAR
Evi kurmak, aileyi yuvalaştırmak ve insana kendisinin devamı hissini verici üreyişe yol vermek memuriyeti içinde erkek kadın alâkasının gerçekleşmesinde ilk şart Allah huzurunda edilen akit... "Allah’ın emri, peygamberin kavli ile" klişesi, bu incelikten kinaye...
Bu ana şart etrafında, karşılıklı incizap, sevgi, şefkat, saygı ve sadakat devam ettikçe birbirinden ayrılmamak ve "bir yastıkta kocamak" niyeti ve ayrılındığı takdirde erkeğe bir bedel yükleyici "mehir" mükellefiyeti... Ve iki erkek şahit huzurunda bu şartların tespiti... Akdin aleniyeti ve cemiyete ilânı da, esasa tesir etmese bile lüzum ifade eder. Esasta her şey bundan ibarettir ve din vazifelilerinin, akdi yapmakta veya bozmakta, delâlet ve yol göstericilikten gayrı bir tasarruf selâhiyetleri yoktur. Ancak, ayrılmak kararındaki kadın, hakkını, şeriatın gösterdiği sebeplere bağlı olarak şimdi memleketimizde mevcut olmayan dinî bir kaza makamı huzurunda ispat ederse nikâha dışarıdan tasarruf mümkün olabilir. Onun içindir ki, "imam nikâhı" tarzındaki lâflar, nikâhı anlamamak ve filân yerin falan malı gibi, onu yalnız imamın alıp sattığı bir meta sanmaktır. Bu hususta herkes din vazifelisidir. İmamın rolü de dua ve teberrükten ibarettir... İmamın da, kilisede olduğu gibi, birleştirme ve ayırma gücü yoktur... Güç şeraitindir.
Nikâha delâlet eden, şahitler huzurunda taraflara Şehadet Kelimesini söyletir, Allah huzurunda nikâhı şuurlandırır, taraflara birbirini kabul ettiklerini tespit ve ifade ettirir, mehri kocaya anlatır ve yükletir ve ondan sonra duadan başka bir şeye ihtiyaç kalmaz. Her şey tamamlanmış, bitmiş ve kadın erkeğine helâl olmuştur.
İslâm dışındakilerin drahomasına tersinden muvazi olarak başlık parası gibi uydurmalar, erkek-kadın alâkasını ticarete dökücü maskaralıklar...
İran'da yaygın "muta nikâhı" tarzında hokkabazlıklar da "Hile-i Şer'iye" bahsinde dokunduğumuz üzere Allah'ı aldatma davranışı...
|