KADERİN CİLVESİ Bayraktar Sayı:
44 - Nisan / Haziran 2004
Çok zamandır bir anafor içine yuvarlandık gidiyoruz. Globalleşe globalleşe o kadar küçüldü ki dünyamız, kendisiyle birlikte küçülen hafızalarımızda başka kelimelere yer kalmadı artık. Bundan sonra varsa yoksa globalleşen, küreselleşen dünya, yeni dünya düzeni, liberal ekonomi, kapitalist sistem…
Her kim veya kimler icat ettiyse bu kavramları, aciz dünyamızı ve bizleri yüklerimizden de kurtarmayı ihmal etmediler tabiî ki. İdeolojiler, fikirler, kutsal sayılan her şey, bu arada din de çöpe atılmaktan kurtulamadı. Ya bu çöpe atılanların geride bıraktığı boşluklar? Bu da düşünülmüştü elbette; insan hakları, kadın hakları, çocuk hakları, havyan hakları, çevre hakları… Sizin anlayacağınız sonu gelmeyen bir haklar sepeti sunuldu biz aciz kullara. Söz konusu kavramların içlerinin ne kadar boş olduğunu, ülkeden ülkeye hattâ kişiden kişiye anlayış farklılığı göstereceğini, gücü yetenin bu kavramları hangi amaçlarla kullanacağını günümüz insanına nasıl anlatabilirsiniz ki? Her zaman “kral çıplak” demek de istenen neticeyi vermiyor maalesef.
Halen kabule zorlandığımız bu yeni dünya dinine topyekûn karşı çıkanların veya en azından karşı çıkma teşebbüsünde bulunanların halini tahmin etmek zor değil. Bir de fert plânında tavır alanların içler acısı hali var. 28 Şubat süreciyle Türkiye’de başlayıp, 11 Eylül olaylarından sonra neredeyse bütün Batı dünyasını etkisi altına alan bir tavır bu: Başörtüsü düşmanlığı.
Başörtüsü etrafında vuku bulan hadiselerin neler olduğunu, çözüm vaat edip de işbaşına gelince üç maymunu oynayanları, söz konusu yasağın hiçbir hukukî dayanağının olmadığını tek tek yazmanın bir anlamı yok zira bunlar o kadar çok dile getirildi ki artık bilinenlerin tekrarı insanların çözüm ümitlerini yitirip, onları bıkkınlığa sevkeder hale geldi. Bu süreçte doğru veya yanlış atılan her adım akamete uğradı. Ancak Türk milleti buna rağmen önüne her sandık konduğunda yine de başörtüsü meselesine çözüm getirmeyi vaad edenlere yapamayacaklarını hissetse de oy vermeyi ihmal etmedi.
Bugün dünya yön verme gayretinde olanlar açısından çok ilginç bir noktaya geldiğimizi zannediyorum. Suriye ve Pakistan devlet başkanlarının eşleri ile birlikte ülkemizi ziyaretleri medyamızda hayli yer buldu. Bunda anormal bir durum söz konusu değil tabiî ki. Devlet başkanı seviyesinde yapılan her ziyaretin benzer ilgiyi görmesi gerekir. Ancak sözünü ettiklerimizi diğerlerinden farklı kılan bir husus var ve medyamız da oraya odaklandı zaten: Halkı müslüman olan her iki ülke devlet başkanının da eşlerinin başı örtülü değildi. Batı normlarında şık ve alımlı bu iki hanımla, Türkiye’yi idare edenlerin hanımlarının medya tarafından karşılaştırılmaması düşünülemezdi, öyle de oldu nitekim. Onların modernliği, içinden geldikleri kültüre rağmen başlarını örtmeyerek gösterdikleri cesaret (!) takdir edildi. Kızım sana söylüyorum gelinim sen anla misali bizimkilere de alınması gereken dersler verildi böylece. Bayan Müşerref’in giderayak başörtüsü takmanın gericilik olduğu yönündeki beyanları da manşetlerimizi süsledi bir güzel.
Gelinen bu noktanın dünyaya yön verenler açısından ne büyük bir handikap olduğunu düşündükçe kendimi gülmekten alamıyorum. Her yönüyle İslâm dünyasına model olarak sunulan bir ülke değil miydi Türkiye? Batı dünyasının hemen ayak ucunda, tamamen ona odaklanmış, İslâm dünyası içinde demokrasi ile idare edilen örnek ülke. Oysa Türk milletinin vitrine dizdiği idarecileri, Ortadoğu ve Asya’nın geri kalmış İslâm ülkelerine kötü emsal teşkil eder hale geldiler şimdi…
Böyle bir duruma ne denilir ki…
Kaderin cilvesi işte…
|