İCTİHAD YAPMAK BU ZAMANDA CAİZ OLUR MU? İbrahim Buğalı Sayı:
64 - Nisan / Haziran 2010
Tabiîn Hazaratın'dan ve Dört Mezheb İmamların'dan sonra bu kapıdan girmek isteyen olmamıştır. Bazıları girmek istediyse de bunların ehil olmadıkları ve niyetlerinin bozuk olduğu anlaşılmıştır. Çünkü İctihad ehlinde bulunması gereken vasıflar vardır. Bunlar olmayınca, elbette yapacakları iş, dinî mevzuları tahrib etmek olacaktır. Bunlara hiçbir devirde fırsat verilmemiş, fakat şu anda meydan boş olduğu için, İran'da olduğu gibi herkes müctehid olma sevdasındadır. Zamanımızda büyük din adamı diye takdim edilen bir kimsenin, yazdığı eserlerde daima ehl-i sünnet mezheblerini tenkit ettiği ve “Teflik-i Mezâhib” (mezheplerin birleştirilmesi) hususunda öteden beri çok gayretler sarf ettiği bilinmektedir. Hattâ yakın bir zamanda, bir televizyonda, fetvalar verirken, avâm'ın mezhebi olmaz diye meşrebini ilan etmiş, mezheb'i bilmeyenin mezhebi olmaz demiştir. Bu gibiler, bizim mezhebimiz ayet ve hadisdir diyerek suret-i hakdan görünmeye çalışıyorlar. Bunlara deriz ki, ayetlerin, hadislerin mânâlarını ve eshab-ı kiram'ın tatbikatını, başta İmam-ı A'zam olmak üzere, dört mezheb imamlarından daha mı iyi biliyorsunuz? Dediğimiz zaman acaba ne cevap vereceklerdir? Bunlara göre, müctehidlere ancak hayatlarında iken uyulur. Vehhâbiler de böyle inandıkları için hiçbir mezhebe uymazlar. Yakın bir tarihe kadar, Müslümanların hüviyet cüzdanlarına, ehemmiyetine binaen, mezhebleri bile yazılırdı.
Bu konu ile ilgili yaşanmış bir hususu buraya alıyoruz: “Bir hac mevsiminde, Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî kuddise sirruh hazretlerinin kafilesine bir kimse iltihak edip, beraberce hareket etmeye başlamıştır. Bir ara fıkhî bir mes'ele hakkında, bu mevzu' dört mezhebe göre caiz değildir denilince, o şahıs, bana göre mezheblerin hepsi batıldır demiştir. Peki sen nasıl amel yaparsın? Denilince, benim mezhebim ayet ve hadistir demiştir. Öyleyse sana göre abdestin farzı kaçtır diye sorulunca, dörttür cevabını vermiştir. Hadis-i şerifte, ameller niyete bağlıdır buyruluyor. Hadis'i şerifle amel yapmıyor musun? Yoksa hadis'i inkâr mı ediyorsun denilince, söyleyecek bir söz bulamayıp yanlarından defi'olup gitmiştir.”
Amelde dört mezheb İmamları'nın anlamadığı konuları acaba bunlar nereden ve ne şekilde anlayacaklardır? Hâlbuki Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem'den dört asır sonra, ictihad edecek kimse kalmamıştır. Bundan sonra ictihad etmek isteyen olursa, bunun akılsız, fasık ve hâin olduğunu bildirmişlerdir. İctihad yapılır deyen bir kimseye, zamanın âlimleri: “Bir süal sorup, bu mes'eleye iki çeşit cevap verilmiş olup, bunlardan hangisinin daha sağlam olduğunu bildirmesini istediklerinde, cevap veremeyip, hatasını anlamıştır. Hâlbuki kendisinden istenilen şey, fetvada ictihad yapması idi. Bu ise ictihad derecelerinin en aşağısı idi.”
Biz, buraya, Büyük Âlim ve Mutasavvıf Esseyyid Abdülhakim Arvasi Hazretleri'nin, müctehidlerde bulunması lâzım olan vasıfları bildiren yazılarını “Ashab-ı Kiram Kitabın'dan” aynen nakl ediyoruz.
İCTİHAD
Bir insanın, gücünün yettiği kadar, cehd ile zahmet çekerek çalışması demektir. Ya'ni, Kur'ân-ı Kerîm'de ve Hadis-i Şeriflerde sarih ve açık olarak bildirilmemiş bulunan ahkâmı ve mes'eleleri, açık ve geniş anlatılmış mes'elelere benzeterek, meydana çıkarmaya uğraşmaktır.
Bunu ancak Peygamberimiz Sallallahü Aleyhi ve Sellem ve O'nun Ashabı'nın hepsi ve diğer Müslümanlardan ictihad makamına yükselenler yapabilir ki, bu büyük âlimlere “Müctehid” denir. Cenâb-ı Hakk, Kur'ân-ı Kerîm'in birçok yerinde, ictihad etmeyi emir buyuruyor. O halde ma'naları açıkça anlaşılmayan ayet-i kerime ve hadis-i şeriflerin derinliklerinde bulunan Ahkâm-ı İslamiye'yi ve Mesail-i Diniyye'yi, mefhum ile ve delalet ile anlayabilen büyük âlimlere yani mutlak müctehidlere ictihad etmek farzdır.
“Mutlak Müctehid” mutlak müctehidlerde bulunması lâzım gelen vasıflar: Arabî yüksek ilimleri tamamen bilip, Kur'ân-ı Kerim'i ezberden bilmek, her ayet-i kerimenin ma'nay-ı muradisini, ma'nay-ı işârîsini ve ma'nay-ı zımnî ve iltizamîsini (neye mahsus olduğunu) bilmek ve ayet-i kerimelerin geldikleri zamanları ve gelme sebeplerini ve ne hakkında geldiklerini, külli ve cüz'i olduklarını, nâsih veya mensûh olduklarını, mukayyed veya mutlak olduklarını ve “Kırâet'i Seb'a ve Aşereden” (yedi ve on türlü okunuş) ve “Kırâet-i Şâzze'den”(kaideye uymayan okunuş'dan) nasıl hüküm çıkarıldığını bilmek lâzımdır.
Ayrıca, Kütüb-i Sitte’deki ve diğer hadis kitaplarındaki, yüz binlerce hadisleri ezberden bilmek ve her hadisin ne zaman ve ne için îrâd buyrulduğunu ve ma'nasının ne kadar genişlediğini ve hangi hadisin diğerinden önce veya sonra olduğunu ve bağlı bulunduğu hâdiseleri ve hangi vak'a ve hâdiseler üzerine buyrulduğunu ve kimler tarafından nakil ve rivâyet olunduğunu ve nakleden kimselerin ne halde ve ne ahlâkta olduklarını bilmek gerekir.
Yine bilmesi ve aşina olması gereken ilimlerden, Fıkıh ilminin usül ve kaidelerini iyi bilmek, on iki ilmi ve Kur'ân-ı Kerim'in ve Hadis-i Şeriflerin, rumuzlarını (gizli işaretlerini), açık ve kapalı ma'nalarını kavramak ve ma'nalar kalbinde yer etmiş olmak, kuvvetli iman sahibi olmak ve itminan (şüphe ve tereddüd'den arınmak) ile dolu, nurlu ve saf bir kalbe ve vicdana mâlik olmak lâzımdır. (Es-Seyyid Abdülhakim Arvasi.)
Bazıları bu gerçekleri öğrenince, bir kişinin bunları bilmesinin bin def'a muhal olduğunu anlayarak, bu ilimleri ayrı ayrı bilenleri bir araya getirip beraberce ictihad yapılacağını iddia edip, etrafındaki Müslümanları aldatmaya çalışmışlardır. Bu teşebbüs ise, reformcuların yaptıkları tahrifatdan daha büyüktür.
Bu gün dünyada en büyük saygısızlık dinde ictihad yapmaya kalkışmaktır. Çünkü böyle bir tehlikeli yola girmek, Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem'in getirdiği şeriat'ı bozup, bin dört yüz küsur sene Müslümanların gittiği ve kıyamete kadar da gidecekleri, “Ehl-i Sünnet” yolunu yıkmaya çalışmaktır. Aklı başında ve hayâ duygusu bulunan bir kimsenin, ben mutlak müctehidlerin çıkarmış olduğu ahkâm'ı nakil yapmaya dahi gücüm yetmiyor diyerek aczini idrak etmesi gerekirken, kendisini ve etrafındaki Müslümanları çıkmaza soktuğunun farkına varamaması da çok garip bir hadisedir.
Bir Hadis-i Şerif'de: “Ümmetimin fesada gittiği zaman, benim sünnetimi ihya eden kimseye yüz şehid ücreti verilir.” Buyruluyor. Bu hadis-i şerif gösteriyor ki, dini mevzuları, ufak bir sıkışma ile aslından çıkarmak değil, sabırla sadakatle muhafaza etmeye çalışmaktır. Sonunda yüz Şehîd sevabı verilmektedir. Zamanla dini konuları, ehil olmadığı halde açıklamaya çalışanların ulemâ-i su, (kötü din adamları) oldukları ve bunların “Deccâl'dan” daha tehlikeli olduğu hadis-i şerifte beyan buyrulmuştur.
Mezheb İmamlarımızdan, en küçüğü mesabesinde sayılan Ahmed İbni Hanbel Rahimehüllah'ın ezberinde bir buçuk milyon hadis olduğu rivayet edilmektedir. Hicretten iki yüz sene sonra yirmi hadis-i şerif'i, ravilerinin hal tercümesiyle rivayet edecek kimse olmadığı bilinmektedir. İmam-ı Gazâlî, (rahimehüllah) kendi zamanında müctehid olmadığını (İhyâü'l-Ulûm) kitabında açıklamıştır. Kendisinin ictihadı Şafii mezhebine mutabıktı. İşte anlaşılıyor ki, bilinen dört mezhebden başkasını taklid etmek caiz değildir ve bu hususta icma' vardır. Hicrî dördüncü asırdan sonra, ictihad kapısı, giden olmadığı için kapanmıştır. Aslında ictihad kapısı açıktır. Aşağıda izah edileceği gibi, İsâ Aleyhisselâmı ve İmam-ı Mehdi ictihad edeceklerdir. Fakat yine bu ictihadlar, ehl-i sünnet'in ta'kip ettiği yola muhalif olmayacaktır.
İbni Sabbağ, Şafii Mezhebini taklid edenlerdendi. Tarihçilerin bildirdiklerine göre, Hicri (650) senesinde Hülagu, Bağdat'a girdiği zaman, bütün kütüphanelerde bulunan kitapları imha etmiştir. Hattâ denildi ki, “Dicle” nehrinin önüne kitaplardan sed koyup, hayvanata da barınak yaptırdı. Ne zaman ki def' olup gitti, bütün Bağdatlılar ve İslâm uleması arasında büyük bir üzüntü meydana geldi. Çünkü yazma bütün kaynak eserler yok edilmişti, ne yapacaklarını bilemiyorlardı. İbni Sabbağ buyurdu ki, bana yardımcı olun, ben bu eserleri ezberimden size yazdırırım dedi. Bütün ulema, O söyledi onlar da yazdılar. Vefatına kadar yazılmadık eser kalmadı. Bu büyük âlim, ictihad yapmayı düşünmemiş ve böyle bir teşebbüsü de olmamıştır. Çünkü ictihad yapma gücü herkese verilmiş bir nimet değildir. Hattâ bu dereceye çıkmış kimseler vardır. Fakat onların mezhebleri, kitaplara geçirilemediği için unutuldu. Ashab-ı Kiram (radıyallahü anhüm) hazaratının hepsi müctehid idi. Keza, Fükahâ-i Seb'a (yedi büyük âlim) denilen, Medine-i Münevvere de bulunan müctehidler ve daha birçok mutlak müctehidler, bunların da ictihadları unutulmuş ve salikleri kalmamıştır. Eğer yazılı mevcut olsaydı, elbette onlara da uyulurdu.
Cenâb-ı Hakk'ın İbni Sabbağ'a vermiş olduğu âdet harici bir ilimdir. Fakat ictihad da'vasında bulunmamıştır. Nasıl bulunsun ki, İmam-ı A'zam'ın talebeleri, İmam-ı Ebu Yusüf, İmam-ı Muhammed ve İmam-ı Züfer bile ancak Hanefi mezhebinde ictihad yapabilmişlerdir. Dinde ictihad gücüne sahip değillerdi. Keza Şafii mezhebinde, İmam-ı Rafii ve İmam-ı Nevevi ve emsali, aynı şekilde, dinde değil Şafii mezhebinde ictihad da bulunmuşlardır.
Hicri sekizinci asırda yaşayan “Bezzaz” Muhammed ibni Muhammed'i-l Kerderi Hafızi'd- Din, Fetevây-ı Bezzaziye sahibi “Babü'l- Vasiyyede, İlim nerede? Ulema nerede? İlim ve ulema neye yok oldu diye üzüntüsünü böyle açıklamıştır.
Ebüssuûd Efendiye niçin mühim meseleleri toplayıp bir eser te'lif etmiyorsun diye sorulunca, “Bezzaziye kitabı var iken sahibinden hayâ ederim, çünkü o mühim mes'eleleri lâyıki ile ihtiva eden bir eser yazmıştır” diye cevap vermiştir.
İmam-ı Suyuti hicri 845, miladi 1445 de doğdu, (500) ün üzerinde eseri olup aynı zamanda Celâleyin tefsirini Sûre-i İsra'dan sonra aynı uslüp üzerine tamamlamıştır. Böyle büyük bir âlim şöyle buyurmuştur: “Bu zamanda ictihad iddasında bulunanlar, cahillerin en cahili, fasıkların en fasıkıdır. Bunların şerrinden ve böyle büyük belâlardan emin olmak için Cenâb-ı Hakk'a sığınırız.”
Hadis-i Şerif: “Âdem Aleyhisselâm ve bütün peygamberler, benimle öğündüğü gibi ben de, ümmetimin içinde, Ebu Hanife denilen ve ismi Nu'man olan bir kimse ile öğünürüm ki, ümmetimin ışığı olacaktır. Onları, yoldan çıkmaktan, cehalet karanlığına düşmekten koruyacaktır.” Buyuruyor. “Yüz elli senesinde dünyanın zineti gider.” Hadis-i Şerif'i de meşhurdur. İmam-ı A'zam (150) senesinde 70 yaşlarında vefat etmiştir. (Rahmetüllahi Aleyh)
Hadis-i Şerif: “Eğer ilim Süreyya yıldızında olsa, Faris oğullarından biri onu elbette alır getirir.”
Hafız İmam-ı Süyûtî (Radıyallahü Anh), bu hadis-i şerif, İmam-ı A'zam'ın (Radıyallahü Anh) geleceğini müjdeleyen, üstün ilim ve hizmetlerini bildiren, senetleri sağlam bir hadis-i şeriftir, buyuruyor.
İbni Hacer-i Mekkî, Hayratü'l-Hisan isimli eserinde, bu hadis-i şeriflerle beraber birçok hadis-i şerifleri rivayet etmiştir. Diğer mezhep imamları ve müctehidler hakkında da çok geniş malûmat vardır. Sultan İkinci Abdülhamid Han Hazretleri'nin emriyle, Manastırlı İsmail Hakkı Hazretleri tarafından Osmanlıcaya çevrilen bu eserin, 58. sahifesinden itibaren devamla bu hususta geniş malumat verilmektedir. “Hayratü'l-Hisan” isimli eser, İmam-ı A'zam Hazretlerinin büyüklüğünü, faziletini bildiren en kıymetli bir eserdir. Bu eseri yazan da, “İbni Hacer-i Mekki” hazretleridir. Aynı zaman da, kendisi Şâfii mezhebinde müctehiddir. Görülüyor ki müctehidler, yani dört mezheb imamları, ehl-i sünnet velcemaat mensuplarıdır. Hepsinin gittiği yol, Kur'ân ve Sünnet yoludur. İmam-ı A'zam'ın büyüklüğünü ve onun “Fıkıh” ilminde ki hizmetini, İmam-ı Şafii hazretleri kadar takdir eden ve istifade ettiğini açıklayan bir kimse olmamıştır. (Rahimehüllah)
Mezheplerin dört'e inhisarında büyük hikmetler vardır. Bu mübarek müctehidlerin tesbit ve tevsık ettikleri Ahkâm-ı İlâhiye ile bütün Müslümanların şimdiye kadar ve bundan sonra da kıyamete kadar amel yapmaları, Cenâb-ı Hakk'ın büyük bir lütfudur.
“Peygamberimiz zamanında mezheb mi vardı?” diyenlere şöyle cevap veririz. Mezheb gidilen yol demektir. O doğru yolda giden ve uyulan kimselere de mezhep imamları denir. Peygamberimiz Sallallahü Aleyhi ve Sellem bir hadis-i şeriflerinde buyuruyorlar ki: “Ashabım semadaki yıldızlar gibidir. Hangisine uyarsanız, hidayet bulursunuz.”
İşte kesin olarak anlaşılıyor ki, Ashab-ı Kiram Radıyallahü Anhüm Hazaratı'nın adedince mezhep vardır. İmam-ı A'zam, İmam-ı Şafii, İmam-ı Malik ve İmam-ı Ahmed İbni Hanbel Radıyallahü Anhüm Hazaratı, Kur'ân-ı Kerim'in, Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem'in ve Ashab-ı Kiram Radıyallahü Anhüm Hazaratı'nın beyan buyurdukları gibi “İslâm Dinini” aynen tesbit etmişlerdir. Hiçbir mezheb imamı'nın ictihadında, bunlara muhalif bir hüküm yoktur. İslâm dini, onların sayesinde muhkem bir şekilde tesbit edilmiş, dinin haricinde bir bid'atın sokulması önlenmiştir. Onların gayretiyle hiç bozulmadan bu güne kadar gelmiş ve kıyamete kadar da devam edecektir. Zındıklara ve suret-i hakdan görünmek isteyen sapıklara açık kapı bırakılmamıştır. İsâ Aleyhisselâmı, kıyametin büyük alametlerinden olarak tekrar dünya'ya teşrif ettiği zaman, Kur'ân-ı Kerîm'in ahkâmını tatbik edecektir. İsâ Aleyhisselam'ın ictihadı, İmam-ı A'zam'ın ictihadına mutabık olacağı birçok mu'teber eserlerde açıklanmıştır.
Abdulkadir Geylani Kuddise Sirruh Hazretleri Hanbelî mezhebini taklid edip, dünyanın her tarafında bulunan mezheblerin müftüsi idi. Onun irşadı ve hidayeti dünyanın her tarafında umuma şamil olup herkese ulaştı, onu tanımayan ve onun irşadı ile amel yapmayan kimse kalmamıştır. Fakat ictihad da'vasında bulunmamış, İmam-ı Ahmed İbni Hanbel Hazretlerini taklid etmiştir. Kesin olarak anlaşılmıştır ki dört mezhebin haricinde bir görüşü taklid etmek caiz değildir ve bu hususta icma-i ulema olup haricine asla çıkılamaz. Bunların akıbetinden de korkulur.
Tefsir-i Kebir Müellifi İmam-ı Fahrürrazî hazretleri, tefsirinde, “Osmanlı Devleti”, İslâm Dinini, ehl-i sünnet ve'l-cemaat doğrultusunda, İmam-ı A'zam'ın mezhebi üzerine tatbik etmişdir. Bu sebepten halife'ye ita'at, İmam-ı A'zam'a ita'atdır. İmam-ı A'zam'a ita'at, Resûl-i Kibraya Sallallahü Aleyhi ve Sellem'e ita'atdır. Peygamberimiz'e Sallallahü Aleyhi ve Sellem'e ita'at ise, Allahü Teâlâ Hazretlerin'e ita'atdır,” buyuruyor. Fakat bu millet böyle bir nimeti elden çıkardığının farkında değildir. Amma müslümanlar arasında, sahipsiz kaldıklarını ve bunun hasretini çekenler de yok değildir. Fakat “ba'de Harabi'-l Basra”.
Celâleyn tefsirinin haşiyesi olan Sâvî'de, Sûre-i Kehf'in başı, sahife on, şu çok mühim açıklama yapılmıştır:
“Dört Mezheb'den başka hiçbir mezhebi veya bir şahsın görüşünü (ictihadını) taklid etmek asla caiz değildir. İsterse bu taklid ettiği görüş Sahabi'nin sözü olsa veya sahih bir Hadis olsa veyahut ta bir Ayet-i Celile olsa yine caiz olmaz. Çünkü dört mezheb'den hariç olan kimse hem dalâlettedir ve hem de başkalarını yanlış yollara sevk eder. Çok kere de bu yanlış hareketi kendisini küfre sokar. Çünkü dini işlerde söz sahibi ancak Müctehidler' dir. Ehliyetsiz kimseler daima hata ederler ve hüküm çıkarma yetkileri de yoktur.”
“Kitabın (Kur'ân-ı Kerim'in) ve Hadis-i Şerifler' in zahiri ile amel yapmak kâfirlerin âdetindendir”. Celâleyn tefsirinin haşiyesi Sâvi. Cilt 3,sahife:10
Fakaf şu bir gerçektir ki, bu gün ve daha sonrası, amelde dört mezheb'den başka ehl-i sünnet olan bir mezhebi, hattâ Ashab-ı Kiram'ı taklit etmek caiz değildir. Çünkü onların mezhebleri kitaplara geçmemiş, unutulmuştur. Eğer ictihadları yazılı olarak mevcut olsa idi elbette onlara da uyulurdu. Bilinen dört mezhebden başkasını taklid etmek imkânı da kalmamıştır. Ashab-ı Kiram radıyallahü anhüm hazaratını taklid etmek caiz olmadığını, İslâm âlimleri söz birliği ile bildirmişlerdir. Dört mezheb imamları, Kur'ân-ı Kerîm'in, Hadis-i Şeriflerin, İcma' ve Kıyas yolu ile tesbit edilen bütün ahkâm-ı İlâhiye'yi ashab-ı kiram'ın tatbik ve tesbit ettikleri gibi, hiçbir zerreyi ihmal etmeden kitaplara geçirmişlerdir. Bu gerçekleri “İmam-ı Şa'râni” rahimehüllah hiçbir şüpheye mahal kalmadan açıklamıştır. “ Ehl-i iz'an için, 1400 küsur senelik tatbikat bunun açık delilidir.”
Akaid (inanç) kitaplarımız da, İmam-ı Mehdî ve İsâ Aleyhisselâmı son zamanda, kıyametin büyük alâmeti olarak geldiklerin de, ahkâm-ı ilâhiye'yi, İmam-ı A'zam ictihadı, Yani ehl-i sünnet mezhebi doğrultusunda tatbik edecekleri açıklanmıştır.
Bütün İslâm Âlimleri tarafından çok çok okunan ve beğenilen, baş tacı yapılan “EMÂLİ” diye isim verilmiş olan bu mübarek eserin şu beyti, İsâ Aleyhisselam'ın geleceğini ve yapacağı islahatı açık olarak beyan etmektedir.
Ve İsâ sevfe ye'ti sümme yütvi
Li Deccâlin şakıyyin zi habâli.
Beytin mefhumu âlisi: “Kıyamet alâmeti olmak üzere Muhammed Mehdi çıkar. Bundan sonra da Deccâl zuhur eder ve doğuda ve batıda kırk gün çok çirkin işleri yayar, sonra İsâ Aleyhisselâmı Semadan bir “Ayet-i Seyf ” gibi (çok açık olarak) iner ve o şaki Deccâl'ı öldürür.
Bu manzum eserin ikinci mısralarının sonu (L) harfi ile bittiği için Emâli diye isim verilmiş ve böylece çok meşhur olmuştur. Sayısı belli olmayan büyük İslam Âlimleri okumuşlar, okutmuşlar, talebeleri de okuyup ezber etmişlerdir. Fakat şimdiye kadar bu beyte: Yani İsâ Aleyhisselam'ın geleceğini bildirmesine hiçbir kimse itiraz etmemiş ve tek bir kimse şüpheye düşmemiştir. Çünkü bu hususta Ayet-i Celileler ve Hadis-i Şerifler varid olmuştur. Elbette inkârı insanı küfre sokar.
TENKÎHÜ'L-KELÂM
Abdullatif-Al-Harbuti Hazretleri'nin, Osmanlıca'ya tercüme ettiği bu eserin, 415 nci sahifesinde: Müslim'in Ebu Huzeyfe Radıyallahü Anh'dan rivayet ettiği Hadis-i Şerif'de: “Kıyametin en büyük alâmetleri vardır. Bunlar zuhur etmeden kıyamet kopmaz:
1-Deccalın çıkması,
2-İsâ Aleyhisselam'ın Semadan inmesi,
3-Ye'cüc ve Me'cüc'ün çıkması,
4-Dabbe-i Arz'ın çıkması,
5-Güneşin batıdan doğuşu,
6-Doğuda yer batması,
7-Batıda yer batması,
8-Ceziretülarabda yer batması,
9-Bütün dünyayı kaplayan dumanın çıkması,
10-İnsanları göçe zorlayan Aden’den bir ateşin zuhuru gibi.”
Bu en büyük alâmetlerden hiçbiri zuhur etmemiştir. Bunlar sırası ile çıkacaktır. Bu en büyük alâmetin her birisi mufassalen bu eserde ayrı ayrı izah edilmiştir. Asla şüphe edilemez. Hadis-i Şerif meşhurdur. İnanmak ve i'tikad etmek vacib olur. İnkârı sapıklıktır ve ehl-i bid'anın işidir. Cenâb-ı Hakk bunların şerrinden müslümanları muhafaza buyursun. Aynı eserin 419. sahifesinde, Aişe validemizin rivayet ettiği Hadis-i Şerif'de: “İsâ Aleyhisselâm, tekrar dünyaya gelişinden yedi sene sonra vefat eder ve Hucre-i Saadete defin yapılır.” Şu anda Kabr-i Saadeti ziyaret edenler bu mahalli görmektedirler.
Hazret-i Aişe Radıyallahü Anha Validemiz, şöyle buyurmuştur: “Bir gün Resûlüllah Sallallahü Aleyhi ve Sellem'e izin veriniz de beni vefatımdan sonra senin yanına defn etsinler, dedim. Seni benim yanıma nasıl defn etsinler, kabrimin yanında Ebu Bek'rin, Ömer'in (Raddıyallahü Anhüma'nın) ve İsâ bin Meryem'in (Aleyhisselam'ın) kabirlerinden başka kabir olmayacak, buyurdu.
Şu anda, Medine-i Münevvere de, Kabr-i Saadeti ziyaret edenler bu mahalli görmektedirler.
Kıyamet'in on büyük alâmetlerinden birisi de, İsâ Aleyhisselâm'ın semadan tekrar dünyaya gelmesidir. İsâ Aleyhisselâm, Kur'ân-ı Kerîm'in ahkâmını bütün dünyada tatbik edecektir. Mutlak Müctehid İsâ Aleyhisselâm'ın ictihadı, İmam-ı A'zam'ın ictihadına ve tatbikatına mutabık olacağını, İmam-ı Şa'ran'ı Kuddise sirruh “Keşfülgummeh Ancemiilümmeh” isimli eserinde ve yine İslâm büyüklerinden büyük mütesavvıf “İmam-ı Muhammed Pârisâ hazretleri de, İsâ Aleyhisselâm'ın ictihadı, İmam-ı A'zam'ın ictihadına benzeyecektir buyurmaktadır.
Aynı zamanda, İsâ Aleyhisselâm'ın tekrar dünyaya gelişi, yeniden bir peygamber gibi olmayıp, Kur'ân-ı Kerîm'in ahkâmını aynen tatbik etmek içindir. Çünkü son peygamber, Muhammed Sallallahü Aleyhi ve Sellem ve son kitap da Kur'ân-ı Kerîm'dir.
Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem, bu hususu, sorulan bir soru üzerine şöyle açıklamıştır: “Şu anda Musa Aleyhisselâm yanımızda olsa ancak bize tab'i olması gerekir.” Buyuruyor.
Sûre-i Ali İmran, Ayet: 46: “İsâ Aleyhisselâm: İnsanlarla beşikte iken de, yaşlılık halinde iken de konuşacaktır. Ve O, iyilerdendir.”
Sûre-i Nisa, Ayet 159: “Ehl-i Kitap'dan hiçbir kimse yoktur ki ölmezden evvel İsâ'ya (Aleyhisselâm'a) iman etmesin. İlla iman edecektir. Gerektiği gibi iman etmediklerinden dolayı, kıyamet gününde onların aleyhinde şehadet edecektir.”
Birinci ayet-i celile de, İsâ Aleyhisselâm'ın, beşikte konuşması, adet harici olduğu için bir mucize idi. İnsanlar hayretde kaldılar ve beşikteki çocuk ile nasıl konuşulur dediler. Keza yaşlılık halinde konuşacağı da bir mucizedir. Yani Semaya kaldırılıp, tekrar dönüşünde insanlarla konuşacak demektir. Her iki hadise birer mucizedir. Yoksa beşikte konuşan bir çocuğun büyüdüğü vakit konuşması normaldir. Çocuklar konuşma çağına gelince konuşuyorlar diye söylemenin hiçbir manası yoktur. Çünkü adet hilâfı bir şey yoktur. İşte bu Ayet-i Celile, İsâ Aleyhisselâm'ın tekrar dünyaya geleceğine büyük bir delil ve işarettir. Bazı kimseler, İsâ Aleyhisselâm'ın semaya diri olarak çıkarılmasını ve orada ne yiyip içtiğini bir türlü aklına sığdıramıyor. Bunlara verilecek cevap, Cenâb-ı Hakk, sayısız varlıkları, semada, karada, denizde ve daha bizim bilmediğimiz yerlerde yaşatıyor ve rızıklandırıyor, bunda şüpheye elbette mahal yoktur. (Kurtuluş, hidayet üzere olanlarındır.)
İMAN VE AMEL
İnsanların ve Cinlerin yaradılış sebebi-gayesi, Kur'ân-ı Kerîm'de Sure-i Zariyat Ayet (56) da açık olarak bildirilmiştir. Kendilerini hiç yoktan yaratan Allahü Teâlâ Hazretleri: “İnsanları ve Cinleri yalnız bana ibadet etsinler diye halk ettim; onlardan ne rızk ne de azık istiyorum (çünkü rızkı veren biziz)” buyurmuştur. Bu âyet-i kerime, insanların ibadet ve kulluk için yaratıldıklarını açık olarak göstermektedir.
Sûre-i Tâhâ ayet 132: “Ehline namaz ile emret. Ve sen de onun üzerine sabır et, (namaza devam eyle, maişet endişesi, namaza mani olmasın) biz senden bir rızık istemiyoruz, (nefsini veya ehl-i eyalini merzuk kılmakla mükellef tutmuyoruz. Onların rızkını sen verecek değilsin.) seni ve onları biz rızıklandırırız. Akıbet ise takvâ içindir. (Yani: Ebedî cennet hayatı, (sonsuz hayat) Allah'dan korkan ve namazını kılan ve efrât-ı ailesine de namazını kıldıranlar içindir.”)
Binaenaleyh namaza çok önem vermek ve titizlikle kulluk vazifesini yerine getirmeye çalışmak lazımdır. Çünkü hem dünyanın ve hem de âhiretin saadeti Allah'a itaat etmeye bağlıdır. Bizler ibretle maziye baktığımız zaman görüyoruz ki, Müslümanlar Allah'ın emirlerine ihlâsla sarılıp kulluk vazifesini yerine getirdikleri vakit daima üstün olmuşlar, dini vazifelerinde ihmalleri olduğu vakit de kaybetmişlerdir. Çok açık olarak anlaşılmaktadır ki, Din-i İslâm, insanların dünya saadetini temin ettiği gibi, ebedi olan âhiret saadetini de elde etmeye sebep olmaktadır.
İnsan iyice düşündüğü vakit, dünya üzerinde bulunan sayısız mahlûkatın varlığını ve akıllara durgunluk verdiğini görür ve bunların hepsinin bir görevi ve manası olduğunu anlamakta güçlük çekemez. Yaratılmışların en üstünü ve mükemmeli olan insanın da mutlaka bir gayesi olduğunu bilir. Bunun idraki içinde bulunan kimselerin, kendisini hiç yoktan yaratan Allahü Teâlâ Hazretlerinin emirlerine itaat etmekte asla kusur etmez. Bu vazifeleri yaparken çok dikkatli olmak gerekir. İnanç bakımından “Ehl-i Sünnet Velcemaat inancına sahip olmak gerekir. İman olmadan, yani inancı Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem'in, O'nun Ashabının, Tâbiîn Hazaratının, yani İtikat ve Amel mezheplerinin bildirdiği gibi olmadıkça hiçbir faydası yoktur. Çünkü onlar, İslam'ı kaynağından aynen alıp, hiçbir devirde ve hiçbir kimsenin müdahale etmesine meydan vermeyecek bir şekilde tespit etmişlerdir. Osmanlılar Hanefi fıkhını tatbik edip, diğer mezheplerin ictihad farklılıklarını da mensupları arasında uygulamışlardır.
|