Kardelen'i DergiKapinda.com sitesinden satın alabilirsiniz.        Ali Erdal'ın yeni kitabı TÜRK KİMLİĞİ çıktı        Kardelen Twitter'da...        Kardelen 32 Yaşında!..       
    Yorum Ekle     2774 kez okundu.     Henüz yorum bırakılmadı.     Yazara Mesaj

NEREYE BAKIYORSUN?
Fatih Öncü

  Sayı: 64 - Nisan / Haziran 2010

“Hey gidi günler!” dedi, içten ve derin bir ah çekişle... Ne günlerdi o günler. Köy kalabalıktı, her evde en az üç beş çocuk, bir o kadar da genç vardı. Hocasının, babasına “bu ilerde büyük adam olacak. Şehirde okula gönder, okusun” demesi üzerine, ortaokulu okumak için şehre gitmişti. O zaman köyünün bağrından koparılmıştı.

“Ne günlerdi o günler” dedi ve içinden yeniden bir ah çekti. Şu anda her ne kadar pencereden, okulun arka tarafındaki birkaç eski evin olduğu, kenar mahalleye ve onun da ilersindeki tepelere baksa da, aslında gördüğü, (30 sene öncesi) inek güttüğü dağların önündeki köyüydü. Nereye baktığının ne önemi vardı. O görmek istediğini görüyordu.

Çıkınına ekmeğini koymuş, önüne sığırları katmış dağın yoluna düşmüştü. Sabahın bu erken saatinde, çocuklar sokaklara dökülmüş oynuyorlardı. Beraber sığır güttüğü arkadaşı Hasan'ın evine yaklaşmıştı. Hasan'ın annesi sığırları salmış, kendisini görünce, Hasan'a “Hasan! Hasan! Nerde kaldın! Koş hadi! Mehmet çıkmış yola seni bekliyor” diye bağırıyordu...

İşte tam orada irkilerek fark etti, “Mehmet Hocam! Mehmet Hocam, bitti” diyen öğrencinin sesini...

Hasret yüklü, neredeyse nemli gözlerle döndü sınıfa.

Hocam dediğiniz yeri okudum. Daha okuyayım mı?

Yok, evladım tamam. Oturabilirsin yerine.

Diyebildi sessizce. Sonra çocuklara:

Çocuklar, okuma parçasından da anlaşıldığı üzere nereye baktığınız değil ne gördüğünüz önemli...

Sınıf sessizce dinliyordu. O da, bu arada, konuyu çocuklara nasıl örneklendireceğini düşünerek pencerenin kenarına vardı. Yeniden manzaraya bakarak, tatlı bir ses tonuyla:

Çocuklar!..

Bu edayla her seslendiğinde, güzel bir hikâye anlatacağını bilen çocuklar, arkalarına yaslanıp hocalarına kulak kesildiler.

Ne kadar güzel manzara

Diyerek lafa girdi. Birkaç ev, sakin bir mahalle... İki üç tane yaşlı teyze... Bakın! Bir araya gelmiş, adeta omuzlarına yüklendikleri yılların yüküyle bükülmüşler, otuyorlar. Kim bilir ne anlatıyorlar geçmişten getirdikleri hikâyelerinde... Çok yeşil olmasa da, kendileri gibi, yılların getirdiği yorgunlukla, şu güzel dağa yaslanmış mahallelerinde çok mutlu gözüküyorlar. Ne kadar bedenleri yaşlanmış olsa da, adeta ruhlarını dinlendiriyorlar dağın manzarasında...

Çocuklara döndü Mehmet Hoca. Bir iki adım atıp onları seyrettikten sonra, tekrar pencerenin kenarına yaklaşıp:

Ah İstanbul!

Dedi, çok daha canlı bir sesle ve çocukların şaşkınlığını artırırcasına devam etti:

Senin kalabalığına, binalarına, boğazına, insanları yutan hengâmene hasret kaldım. Şu manzaraya bak. Yarı çıplak bir dağ, köhnemiş bir mahalle ve birkaç çekilmez yaşlı insan... Ama sen öyle misin? Parkların, insanın içini coşturan ve başını döndüren hızlı sokakların, eğlence yerlerin, Fenerbahçe sahilin, Kadıköy'ün, Eminönü'n... Sen tüm benliğimi saran bir uyuşturucusun. Sende kaybolmak istiyorum. Martıların bile bir başka koşuşturma içinde. Şu manzaraya bak ne o kalabalık caddeler var ne de o heyecan... Ruhum daralıyor. Burada nasıl yaşar insan...

Sonra tekrar sınıfa döndü. Bir iki saniye çocukları seyrettikten sonra, yine pencerenin dışındaydı gözleri. Acaba bu sefer ne anlatacaktı.

Hey gidi Karadeniz...

Diye yarı tok bir sesle inledi:

Senin yeşil dağlarına can kurban... Seni seyrederken, gözlerim ağaç denizine kulaç atıyor adeta. Yeşilin bin bir tonu sende, toprak gözükmüyor dağında. Şu manzaraya bak. Köy yeri... Dağa yaslanmış ama ne köylerine ne dağlarına bakmış insanları. Bak! İki üç tane yaşlı nine var orada. Her sene bir ağaç dikselerdi orman olurdu burası. Gerçi, ağacı da ağaç değil buranın Karadeniz'in ağacının yanında. Ne o küçücük ağaçlar bizim oranın ağacının yanında dal gibi kalır bunlar.

Yine bir sessizlik olmuştu. Sonra bağrı yanık, sıcak bir iklimden seslenerek devam etti:

Şu dağın güzelliğine bakın. Ne kadar yeşil... Ah! Şimdi ne güzel koyun otlatılır orada. Bizim dağlar; hiç ağacın olmadığı, üzerine adeta kırmızı toprak boyası dökülmüş gibi, çıplak arazi... Ne ot yetişir ne bir ağaç vardır. Şu köyün güzelliğine bakın. Köy dediğin böyle olmalı. Şu ağaçlı bahçede oturan teyzeler acaba ne anlatıyorlar birbirlerine? Ben bizim köyde, bir iki ağaç okulun bahçesinde, bir iki ağaç caminin yanında ki mezarlıkta gördüm. Ha! Bir de unutmadan söyleyeyim, büyük bir ağaçta köy kahvesinin önünde vardı. Bizim oralarda böyle yeşil olsaydı. Bu köyün güzelliğine, bu dağın yeşiline hayran oldum.

Mehmet Hoca gözlerini kapatmış ruhunu dinliyordu adeta. Bir miktar bu halde kaldı. Sonra sınıfta bir hareketlenmenin olduğunu fark etti. Usulca saatine baktı, zil çalmak üzereydi ve çocuklara şefkatli bir baba edasıyla;

Çocuklar nereye baktığınız önemli değil, hangi gözle baktığınız önemli. Yani ne gördüğünüz önemli.

Hiç yerlerinden kıpırdamadan hocalarını dinleyen çocuklar, zil çalınca pencereye koştular. Tüm teneffüs boyunca manzaraya baktılar. Ama hiç kimse ne gördüklerini bilemedi.


Bu yazıya yorum ekleyin

Adınız
E-posta Adresiniz
Yorumunuz
 

CAPTCHA


Resimdeki rakamları bu alana yazınız


Eklenen Yorumlar


Henız yorum bırakılmadı...
 
ESRÂR... - Sayı 93
İşsizlik mi, işçisizlik m... - Sayı 71
Eğitim sistemimiz... - Sayı 71
Farklı Bakış... - Sayı 70
Tüm Yazıları

ASKIDA ABONELİK: Siz de "askıda abonelik kampanyası"na destek olmak ister misiniz?

Gelecek sayının konusu (123):
"Mülteci" meselesine bakış...

Son Eklenen Yorumlardan
 Çok teşekkür ederim Amin hepimize🤲🤲... Ayşenur

 Çok beğendim.Buna benzer yazılar çokça işlenmeli.... mahir

 mükemmel anlatım; af etmiş olsan da gönül kırıklığı çok acı veriyor. buna öneriniz , makaleniz olur ... dr. Elvira

 Ne mutlu takva üzere yaşayabilene...Tebrik ederim, sade, anlaşılır ve sıkılmadan okunacak şekilde ka... Ömer Faruk Erkoyun

 Ne mutlu takva üzere yaşayabilene...Tebrik ederim, sade, anlaşılır ve sıkılmadan okunacak şekilde ka... Ömer Faruk Erkoyun


Batılı düşünürler-Tolstoy ve niceleri gibi-mutlak olan bir şeyin olması gerektiğini gayet tabi bir şekilde fark edebiliyorlar. Ama bizim aydınımız (bulundukları yere nasıl geldikleri malum); bırakınız ülkenin dünya üzerindeki sorumluluğunu fark etmeyi, düşünmesi gereken bir beyinlerinin olduğunun bile farkında değiller. Ülkemizde, he sahada yaşanan boşluğu daha başka nasıl açıklayabiliriz?
Kardelen: Sayı 3, Aralık 1993
Yalnız ve başıboş değiliz
İranın neye ihtiyacı var?
Tevhid yoksa huzur da yok
Kaleme yemin
Kardelenden Haberler


Ali Erdal - İranın neye ihtiyacı...
Kadir Bayrak - Fars irfanı var mıdı...
Necip Fazıl Kısakürek - Devletleşen şiilik
Ekrem Yılmaz - Bizden gibi görünen
Ekrem Yılmaz - Al beni
Dergi Editörü - Kaleme yemin
Site Editörü - Tevhid yoksa huzur d...
Necdet Uçak - Ömür
Kardelen Dergisi - Kardelenden Haberler
M. Nihat Malkoç - Öz musikimizin piri:...
M. Nihat Malkoç - Filistin için ne yap...
Hızır İrfan Önder - Dermansız dertlere s...
Nihat Kaçoğlu - Serçelerin sesi
Mehmet Balcı - Almanya
Ahmet Çelebi - Bilemem
İktibas - İşte Budur Humeynî D...
Muhsin Hamdi Alkış - Fars palavrası
Kubilay Ertekin - Eşek ve deve
Halis Arlıoğlu - Gülerek günah işleye...
Erdem Özçelik - Geçmişten Geleceğe
Remzi Kokargül - Çoban çeşmesi
Murat Yaramaz - Çapraz sorgu
Gözlemci - Olayların düşündürdü...
Mahmut Topbaşlı - Sırt döndüğüm şiirle...
Mevlüt Yavuz - Umutsuz
Cemal Karsavan - Aşk uyanır sabaha
Bekir Oğuzbaşaran - Âhir zaman ümmetiyiz
Yaşar Akyay - Yalnız ve başıboş de...
Yaşar Akyay - Hayatın Kaynağından ...
Yaşar Erim - Camiler boşaldı
Cahit Can - Türk farkı
İbrahim Durmaz - Yunusca
 
 
23 Mart 2005 tarihinden beri
 Ziyaretçi Sayısı Toplam : 14593424
 Bugün : 3965
 Tekil Ziyaretçi Sayısı Toplam : 631106
 Bugün : 752
 Tekil Ziyaretçi Sayısı (dün) Toplam : 88
 122. Sayıya Bırakılan Yorum Sayısı Toplam : 0
 Önceki Sayıya Bırakılan Yorum Sayısı Toplam : 5
Son Güncelleme: 13 Eylül 2024
Künye | Abonelik | İletişim