Fersah: İki Dudak Arasındaki On İki Fark Sinan Ayhan Sayı:
78 - Ekim / Aralık 2013
0.Testere bileyi bir maya tuttum, eşyadan sıyırdı beni gündüzler, bir tutam hüzün kaldım, kaburga arkı; bir hırıltıyı gargara yapıp üstüme, bir kuşam buldum sonra kırlangıç gagalardan; uzağı seçtim, “sonsuz” bir yuva diye…
1.Yola çıktım, kalbimi yokluyorum, kalbimin içinde bir sürü ev; evlerin çatıları tek tek, ip gözü, kuşları çekiyor işte; çatıların kiremitlerini bile kuş gagaları taşımış gibi…
2.Bir kavşağa geliyorum, önümde bir kaç farklı seçenek, her seçeneğin, süet, yüzlere yansımasını bekliyorum, her beklentinin bir çehre olmasını istiyorum, ama bütün evlerin önü seslerden, kalabalıklardan süpürülmüş gibi…
3.“Sağım solum sobe, saklanmayan ebe”… Soy bir caddeye giriyorum, güzergâhın her kıvrımına saklanmış bedenlerimle buluşuyorum, kalbimin atışı evlerin pencerelerine nazar çekiyor, gündüz de olsa, bütün perdeleri kapatıyorum; eşyaların aklına hüzne dair bir ışık sızıyor yine…
4.Tabelâ oklarını takip ediyorum, hepsi de istisnasız kalbimi işaret ediyor; “kalbim benim” diyorum, beni gösteren evleri seviyorum, hepsinin perdelerinin bir iç rüzgârla dalgalandığını hissediyorum, bu beni başka biri yapıyor, her yerde bir cıvıltı buluyorum…
5.Bir kapının önünden geçiyorum, içimdeki sevgi parmaklarıma sıçrıyor, kapıları çalmadan kapı önlerinde yaşanan şenlikleri, kapı sahiplerini seviyorum; sesleri, tokmakları, kapı kollarını, kapılık unsurlarını seviyorum, ben onları değil, onlar beni izliyor, kendimi her kapıda yalnız olmayan bir ıssızlık olarak işaretliyorum…
6.Bütün sert esintilere, kaygılara rağmen yoluma devam ediyorum, üzerimizde bir sayı durmaz oluyor, fırtınaya karşı duruşum neyse o halimi kuruyorum, yıkılmamak için direnmek yıkılmamak anlamına geliyor, yıkılmadığım için seviniyorum, bu beni sayılardan kurtarıyor, sayısız yürüyor, konuşuyor, düşünüyorum…
7.İki yüz adım sonra bir define bulmuş gibi kurulacak bir köşe buluyorum, köşeyi kurcaladıkça yokuşlar buluyorum, yokuşlara dair kaslar, kemikler, eklemler ve bilekler buluyorum, yetmiyor, yanlarına iğ iplikleri, gözenekler, dokular koyuyor, soy nefesler üflüyorum; yoluma bir gidiş, bir geliş hali dokuyorum, hiç bir şekilde ilerleyişimi kesmiyorum, yolu bir sonla bir şekle sokuyorum, yolun sonunu tutan evleri, tatlı bakışları, gülümseyişleri, tatlı çehreleri aklımda, kalbimde, üzerimde tutuyorum…
8.Dik yokuşlar aşıp, battaniye sıcaklığı veren omuzlar buluyorum; en büyük buluşum bu yola çıkmak ve bu yoldan yine eve geri dönmek, biraz örtüler kaldırdıkça, az ötede, lamba ışıklarında pişmiş ev içleri buluyorum; ev içlerinde kalplerini her köşeye yuvalayan insanlar buluyorum; insanlarda tebessüm yazısı hareketler görüyorum, bu tebessümlerle yeni yollar buluyorum… Dik yokuşları hep, geride bırakıyorum…
9.Bir okun ucuna saplanıp kalıyorum, beni baştan beri takip eden bu yol, okun ucunda kalıyor; oklar bu yolu farklı bir mekân yapıyor, ama buna rağmen yol varacağı ve döneceği noktadan şaşmıyor, bu yüzden kalbimde yontulmuş, ince kelimeler buluyorum; okları, ok uçlarını terk edip, güzel yüzlü evleri keşfe çıkıyorum…
10.Yaklaşık üç dört fersah sonra, bir yoldan ayrılıp bir başka yola giriyorum, ne yol buldumsa hepsini evlerle paylaşıyorum, herkes mutlu oluyor, mutluluğum beni bir yol haline getiriyor, yürünüyorum, yolda ağaçlara, kuşlara dağıla dağıla yürünüyorum… Bir menzil olmam için en baştan beri bir uzaklık oluyorum…
11.Bir çatıyı iskeletinden ayırıp bir dokunuşun evi yapıyorum, bütün kuşlar havalanıyor ağaçlarla birlikte, ağaçlar, kuşlar bir menzil, ağaçlara, kuşlara yol alan ve yol veren bir beden oluyorum…
12.Yolu bitirdiğimde ise, bir gidişe, bir gelişe kutlu bir ev oluyorum; derken çatılar, pencereler, perdeler, her şey bir hafıza oluyor; ben ahşap işi bir gidiş, ahşap işi bir gelişle bu yolculuktaki bütün acıları üzerime alıyorum, her şey kesif, sessizleşiyor; kapıları ne açıp ne kapıyorum, yolu bitirmiyorum, yolda kaybolmuyorum… Önümde binlerce yol, aynı anda, her birinde “ben” olarak yürüyorum…
|