Yalnızlık şarkıları, kayıp nota, keçeli nota Sinan Ayhan Sayı:
82 - Ekim / Aralık 2014
soğuğun her yere iz bıraktığı gün – karar verdim, artık bir ayaklarım var benim, bu ayaklarımla yürüyebilirim, konuşabilirim, yazabilirim; yazıda çitleri, korkulukları, tarla izleri olan bir çevre kurabilirim… bir yutakta kaktüs yetiştirme kitabına önsöz, hırıltılı şarkıların hırıltı eşyasını tutan gizli odasına adımlar atabilirim…
ağaçlara su yürüdüğü gün – bir takvimin üzerinde üç beş yaşayan kelimeyim; kime sorsanız benim yaşamadığımı söyler; ama onca yaşanmışlığı hesaba katmaz hiç biri, fazla bir leke, düzen kurcalamaz, kendi lekelediği yerleri büyütür, parlatır; başkalarına bir görünme, bir bilinme hakkı tanımaz; oysa ben de, saman kâğıdı esmerliğime rağmen bütün kayıp azalarını bulup ortaya çıkabilecek bir gövdeyim… bir maskem yok, maskeleri düşürmek gibi bir refleks sahibiyim; benimle konuşulduğu vakit irili, ufaklı ağaçların uyandığı olur; neyse bir çevre demiştim, beni çevreye tanıtan bir hareketim oldu, ağaç dallarından işaretler… bir av ormanı değildi ama çevre; çevrenin yine de, ağaç dalından bir sürü parmağı vardı; beni tutan bir eldi orman; beni tuttuğu gibi tavşan ayaklarını, kurbağa ve yılan derisi tabakalarını, tilki kuyruklarını ve bilimum bir işaret sayılabilecek hayvan sembollerini de tutuyordu dağarcığında; bunları biriktirmekle kalmıyor üzerinde, aynı zamanda biriktirdiklerini ahaliye de duyuruyordu… bunda bir sebep aramak gerekmiyor, sonuçta orman kendine ait olmayan bir gövde üzerinde kara bir düşünce içine girmişti belki; böyle bir faaliyetin gerçek yüzünü kendisinden başkası izah edemiyor…
ormana sürülen izbenin maya tuttuğu gün – bir günü nasıl geçiririm, tarif edemem… gerçek çıkacak ve gözler yerinden oynayacak, zihinler bir daha berrak olmayacak diye çok ürkerim; neyse ki bir sünger yetişir de imdada, bütün canlılığı onunla silerim, artık ormanın derinlikleri var; kuş uçmaz, kervan geçmez… onsuz, hiçbir tüy kıpırdamaz…
bir inziva ormanının keşfedildiği gün – bu kadar katman çekildiğini üzerime bilmiyordum, binlerce elim, ayağım; milyonlarca gözüm, kulağım var; yalnızlaştıkça her şeyi daha fazla hisseder oldum; bir ormanım şimdi ve şekil değiştirebiliyorum; üç beş kelimeden çıkıp dünyamı büyütebildim; sessiz bir aksan olmayı da bıraktım, sert rüzgârlar lisanım oldu; uğultu diye üstün bir cümle keşfettim, şu aralar onun ilmini geliştirmeye çalışıyorum; yalnızlığın hatırı kalmasın, bütün hünerimi aslında soyağacım yalnızlığa borçluyum; o olunca hiçbir şeye ihtiyaç kalmıyor… bıçak yarası gibi değil, kağıdı dişleyen bir kalem izi, içe yerleşmiş bir okyanus gibi değil; yalnızlığı, her şeyden bağımsız, üzerime işleyen bir “derinlik” diye ölçüyor; onu kendimden, güzel bir şarkı olarak biliyorum…
|