Hastalıklı ilişkiler Erdem Özçelik Sayı:
86 - Ekim / Aralık 2015
Bazen hepimiz karmakarışık duygulara bürünürüz. Tek söz etmek gelmez içimizden. Tüm dünya karşımızda dursa bile bıçak kesmişçesine kilitlenir kalırız o an. Sanki dilimizi yutmuş gibi sessizliğe, suskunluğa sığınırız. Aslında söylenecek ne çok şey vardır. Söylenecek ne ağız dolusu kelimeler, cümleler bulunuyordur da konuşmaya mecalimiz yoktur. Hattâ delicesine haykırmak, tüm kâinata isyan etmek isteriz. Bir dokunsalar herkesi, her şeyi, her yeri yakacak, darmaduman edecek kadar kızgındır yüreğimizde birikenler. Buna rağmen yine de tek çaremiz susmaktır. Sol yanımızın dehlizlerinde kavrularak susmak... Lânetlenmişçesine susmak... Feridun da böylesi garip bir halde Cemre'sinin tabutu başındaydı. İçi kan ağlar durumda yaşananları anlamlandırmaya çalışıyordu. Sonra elleriyle tabutun kapağını açtı. Kıpkırmızı, kan çanağına dönen gözleriyle son kez baktı Cemre'sine. Sanki derin bir uykuda gibiydi. Uyanıp hareket edecekti eskisi gibi. “Feridun...” diyecek gibi geliyordu. Halbuki sadece o öyle sanıyordu. Çünkü Cemre yoktu. Ölmüştü. Ve tek gerçek buydu.
Çok geçmeden genç adam, çevredekilerin yardımlarıyla eşini mezara indirdi; tahtalarını yerleştirmeye başladı. O sıra bütün organları kan ağlıyordu. Sanki kocaman bir karanlığa gömülmüştü. Tıpkı pusulasını yitirmiş; yönünü bulamayan amalar gibi. Cevapsız sorulara, susturamadığı acayipliklere kaptırmıştı kendini. İçini basan karabasanlara, şeytanlara yenilmişti. Hattâ kim olduğunu bile hatırlamıyordu. Son tahtayı yerleştirmesinin ardından da zar zor yukarıya çıktı. Uzun uzun yaşanılanları izlemeye başladı. İnsanların davranışlarını, Cemre'sinin üzerine atılan toprağın yükselişini, her şeyi, her yeri... Ve o sıra ansızın insan kalabalığının arasında, ağaçların bulunduğu tarafa yakın siyah şapkalı, siyah gözlüklü, sakallı birini fark etti. Hattâ fark etmekten çok ilk görüşte tanıdı. Bu gizemli adam, kan dâvâlı olduğu ailenin küçük oğlu Tahir'di. Yani ocağını söndüren, hayatını kâbusa çeviren, Cemre'sinden bir ömür boyu ayıran canavardı. Feridun, onu gördüğünde öfke ile üzerine doğru koşmaya başladı. Tahir de aynı şekilde kaçmaya... O koştukça Tahir kaçıyordu. Dakikalarca Tahir önde Feridun arkada nefes nefese yarışmışlardı. Fakat Tahir, son anda uyanıklık göstererek çalılıkların arasında izini kaybettirmeyi başarmıştı. Feridun da yavaşlayarak durmak zorunda kaldı. Ve yorgunluktan olduğu yere çöküverdi.
Bir süre sonra yeniden mezarlığa dönen Feridun, polis ekiplerini karşısında görünce şaşırmıştı. Çünkü geleceklerini tahmin etmiyordu. Oluşan kaos sırasında durumdan endişelenen arkadaşları haber vermişti onlara. Feridun'un ruh sağlığından ve dolayısıyla kötü bir şey yapmasından endişe ediyorlardı. Çünkü genç adam kendinde değildi. Duygularını yitirmiş, yaşayan bir cesede dönüşmüştü. Düşünemiyor, konuşamıyordu. Bütün delilikleri yapmaya müsaitti. Arkadaşları da bu nedenle onu korumak için böylesi bir yol seçmişlerdi.
Akşam olduğundaysa genç adam, Cemre'nin hatıralarıyla tenha bir köşede sessiz sedasız ağlıyordu. Keşke Cemre yaşasaydı da ben ölseydim diye geçiriyordu içinden. Keşke tüm dünya yerle bir olsaydı ama, o ölmeseydi diye haykırıyordu. Keşke güzel gözleri bu şekilde kapanmasaydı dünyaya, hep yeşil yeşil baksaydı diye söyleniyordu. Sonra yavaşça yerinden kalkarak yüzünü gözünü temizledi, sokak kapısına yöneldi. Kilidini açıp dışarıya çıktı. Ve iç cebindeki sigara paketini çıkardı. Yüreğindeki yangının verdiği acıyla bir sigara yaktı. Derin bir nefesle içine çektiği dumanı nefret kokan haliyle dışarıya bıraktı. Çünkü canı yanıyordu. Kafası karmakarışıktı. Ne yapacağını bilmiyordu. Tüm dünya üzerine yıkılmış gibiydi. Ve o sıra, sokağın karşısındaki çöp kutusunun arkasında bir gölge fark etti. Koşarak o yöne doğru ilerlemeye başladığında gölgenin mezarlıkta gördüğü adam olduğunu anladı. Yani yine Tahir'di evini gözleyen. Yine aynı giyinmişti. Siyah ceket, siyah şapka ve siyah pantolon... Ama onu tanımasına, görmesine rağmen yakalama şansı hiç yok gibiydi. Fazlasıyla uzaktı. Ve kaçmaya başlamıştı. Bunu fark ettiğinde de hemen belindeki silâhına davrandı, tetiğine dokundu. Ama hedefine denk getiremedi.
Öte yandan polis ekipleri konuyu geniş açıdan değerlendirmek adına her detayı inceliyorlardı. Tahir ve ailesi hakkında tüm bilgilere ulaşmışlardı. Tahir, yıllar önce kan dâvâsından uzak durmak adına Almanya'ya işçi olarak gitmişti. Orda düzen kurmuş, aile edinmişti. Güzel bir Alman kızıyla evlenmiş, iki çocuğu olmuştu. Yıllardan beri yurduna uğramamıştı. Tahir dışında da Karacalar ailesinden yaşayan yoktu. Yani Cemre'nin katili Tahir Karaca olamazdı. O halde Feridun neden ısrarla Tahir'i gördüğünü iddia ediyordu. Bu durum aydınlatılması gereken ciddi bir noktaydı.
Bunun yanında polisler, Cemre ve Feridun hakkında yaptıkları araştırmalarda ilginç detaylara ulaşıyorlardı. Öyle ki Feridun, eski bir hükümlüydü. Uzun süre adam yaralamadan; annesine, babasına ve eşi Cemre'ye ciddi zararlar verdiğinden cezaevinde yatmıştı. Dolayısıyla bu da onu şüpheli koltuğuna oturtuyordu. Ancak net bir şey söylemek için henüz erkendi. Ve cinayet aletindeki parmak izinin kime ait olduğunun öğrenilmesi en büyük gereksinim duyulan noktaydı. Ertesi gün olduğunda da tüm soru işaretleri cevap bulmuştu. Zira rapora göre katil Feridun'du. Cinayet aletindeki parmak izleri ona aitti. Yani yürekleri yakan çığlıklarla gözyaşı döken adam sevdiğini acımadan katletmişti. Gözünü kırpmadan bıçaklamıştı Cemre'sini. Her yanını delik deşik etmiş, gözünün yaşına bile bakmamıştı.
Bu gerçekle hemen harekete geçen polis ekipleri ve komiserler, kısa zamanda genç adamı evinde gözaltına alarak karakola götürdüler; ilk ifadesini aldılar. Buna göre Feridun, Cemre'yi, mühendis Tanju beyle gizli bir aşk yaşadığı için öldürdüğünü itiraf etmişti. Ve suçu geçmişte kan dâvâlı oldukları Karacalar ailesinin oğlu Tahir'in üzerine atarak kurtulmayı plânlamıştı. Cinayet saatindeyse eve baskın verir gibi girerek sözde yaşanılan ilişkiyi ortaya çıkarmaya çalışmıştı. Ancak evde zavallı Cemre'den başka kimse yoktu. Ne Tanju Bey evdeydi, ne de uygunsuz bir durum söz konusuydu. Her şey sıradandı. Olumsuz, olağan dışı hiç bir şey yoktu. Fakat Feridun aldatıldığına bir kez inanmıştı. Ve bu nedenle ısrarla eşini sıkıştırıyor, aklında kurguladığı konuyu kabul ettirmeye çalışıyordu. Zaten ne olduysa o sırada olmuştu. Genç adam yaşanılan tartışma ve itişmeler sırasında öfkesine yenilmiş, Cemre'yi yedi yerinden bıçaklayarak öldürmüştü.
Gazetede okuduğu kadın cinayeti haberiyle kendini kaybeden ve derin düşüncelere dalan Cemre, kapının zili ile dünyaya döndü. Israrla çalan zile inat yavaşça yerinden kalkıp kıyafetlerini düzeltti. Gazeteyi toparlayarak kütüphanesine koydu, küçük adımlarla kapıya doğru ilerledi. Aynı anda da okuduklarını düşünmeye devam etti. Haberden çok etkilenmişti. Hunharca öldürülen Gamze'ye çok üzülmüştü. Kendisinin de güzeller güzeli bir kızı vardı. İsmi İpek'ti. Evlenmek için hazırlık yapıyordu. Ve okuduğu haberle bir an onun da kaderinin bu yönde olmasından korktu. Çünkü tüm ülke delirmiş gibiydi. Her gün sayısız insan öldürülüyordu. Bunlardan birçoğu da kadındı. Dolayısıyla kızı için endişelenmekte yerden göğe kadar haklıydı. Ama kendi başına yapabileceği fazla bir şey yoktu. Bu sorumluluğu devletin yerine getirmesi gerekiyordu. Yasalarla, caydırıcı kurallarla, adli cezalarla önüne geçilmeliydi. En önemlisi eğitime ağırlık verilmeliydi. Herkesin bir insan olduğunun, kimsenin ölümü hak etmediğinin, yaşam hakkının tüm insanlar için önemli olduğunun öğretilmesi gerekliydi.
Kapıya ulaştığındaysa yavaşça eğilerek delikten baktı. Gelen güzeller güzeli kızı İpek'le, eşi Feridun'du. Yine her zaman ki gibi baba kız dünyaya neşe saçıyorlardı. Genç kızın güzelliği her şeye inat fark yaratıyordu. O, kirlenmiş, nefret kokan yer kürenin cennetiydi. Herkesin imrenerek baktığı bir harikaydı. Sonra yavaşça üst kilidi, ardında da alt kilidi açarak kapının koluna bastırdı; kendine doğru çekti. Ve gülümseyen haliyle kızına sarıldı. Bir süre hiç bir şey söylemeden öylece durdular. Annesinin bu haline İpek de çok şaşırmıştı. Anlam verememişti durumuna ama böylesi hoş bir sevgi manzarasından da şikâyetçi değildi.
NOT: Bu öykümü Muğla'nın Bodrum ilçesinde habere giderken kaza geçiren, yaşadığı rahatsızlıkla ciddi bir tedavi sürecine giren çok değerli arkadaşım sevgili Çizge Gizem BEDİZ'e armağan ediyorum. Umarım en kısa zamanda düzelir ve sağlığına kavuşursun arkadaşım. Tekrar çok geçmiş olsun.
|