Elmanın Duası, Isırığın Duası Sinan Ayhan Sayı:
89 - Temmuz / Eylül 2016
Bir “berraklık” olma rüyasından habersiz, gözü yaşlı olsak bile, gözü yaşlı kalmaktan korunmuşuz; çenekler arasında ölü kabuklara boğulmaktan ve dahi sancısız tohum olmaktan korunmuşuz…
Kirin, pasın, söz dağdağasının ve dahi bizim kıyılarımıza kadar erişen bulanıklığın şerrinden, korunmuşuz…
Kof seslerden, tas yankısından, rüzgârın teneke derisinden, sağırlaşmış kulak kemiğinden, yanlış işitilmekten korunmuşuz; hastalıkta ve sağlıkta görünmez olmaktan, “biz resmi”ne düşüp de, biz olamamaktan korunmuşuz; bir hattat örgüsüyle bir hazine serilmiş üzerimize; çırpınan yıldız şavklarına geçmiş harflerimizle, işte, korunmuşuz; gören gözü sevmişiz, gören göze süs olan bizi, bize bizlikte görüneni sevmişiz, korunmuşuz; gayret ve şevk aklının bize verdiği güzelliği sevmişiz, güzellikten öte yaşayabilen bizliği sevmişiz, alın terini, sokaktaki kutlu dansı, bir bulutla bir turnanın akılda kalan madeni harf anlamını sevip de, korunmuşuz; içimizdeki buharlı tren düdüklerine rağmen, su basıncı ibrelerine rağmen, varil varil tuzlanmış balık ölülerine rağmen, göğüs kafesimizdeki bütün tufan söylentilerine rağmen, kendimizi billur cereyan içinde sevmiş ve yanlış bir göz yaşı denizine girmekten, sonuçta, korunmuşuz…
Şükür… Yasak elma hikâyelerinden, zehirli elma ısırıklarından korunmuşuz…
Bizim üzerimizde bir hazine var; hazinenin bizden ayrı bir şey, ama bizde olduğunu bildik bileli görmemekten, bilmemekten korunmuşuz… Bilmediğimiz zaman başkalarından; bildiğimizde kendimizden korunmuşuz… Bildikten sonra bile, bilmenin bilmemekteki payından korunmuşuz…
Gökte yıldızlar bir menzile gidiyor, her şey bir menzile gidiyor, bir menzilde olmamaktan korunmuşuz…
Bir duamız var, kendi kendimizden bilmediğimiz, o dua var ki, çok şükür, korunmuşuz…
|