Kardelen'i DergiKapinda.com sitesinden satın alabilirsiniz.        Ali Erdal'ın yeni kitabı TÜRK KİMLİĞİ çıktı        Kardelen Twitter'da...        Kardelen 32 Yaşında!..       
    Yorum Ekle     3290 kez okundu.     1 yorum bırakıldı.     Yazara Mesaj

EHL-Y S?NNET YNANCI
İbrahim Buğalı

  Sayı: 64 - Nisan / Haziran 2009

Bu gün memleketimizde, Müslümanları rahatsız etmek, nezih inançlarını bozmak ve inançları hususunda şüpheye düşürmek suretiyle, karşılarına Şii, Rafızî ve Alevî geçinen kimselerin inanç ve yaşayış tarzlarını bir gerçekmiş gibi takdim etmeye çalışan insanlar görülmektedir. Müslümanların dinî konuları doğru bilmesi farzdır. Doğru olan da birdir. Yanlışın ise, adedi belli değildir. Nasıl ki, iki kere iki dört eder. Dördün haricinde hangi rakamı söylenirse söylensin yanlıştır. Dinî inanışlar kesinlik ister, şüphe asla kabul etmez. Yanlış bir inançta bulunan kimseyi de, ikna etmek insanların işi değildir. Gerçekleri öğrenmek ve açıklamak, elbette Müslümanların üzerine düşen büyük bir vazifedir. Terki ise, mes'ûliyeti çok ağır bir günahtır. Hadis-i Şerif'te bu vazifeyi terk edenlere, Allah'ın ve Meleklerin lâ'net edeceği bildirilmektedir.

Dinî konularda çok hassas olan bir gazetede, Hz.li Radıyallahü Anh'ı, Sünnîler ve Alevîler anlamamışlar, benim on bin ciltlik kütüphanem var diye, kütüphanenin ihtişamını anlatıyor. Fakat bin dört yüz küsur senelik İslâm inancına sahip olan Müslümanlara cehâlet isnat etmenin ne kadar büyük günah olduğunu,  gittiği yolun çıkmaz olduğunun farkında değildir.

Bir de Caferî fıkhını okudum diyor, Caferî fıkhı diye bir fıkıh yoktur. Cafer-i Sadık Hazretleri'nin umumu alakadar eden bir fıkhı mevcut değildir. Fakat kendisi, amelde dört hak mezhep imamlarından çok üstün bir mertebededir. Kendisi mutlak müctehiddir. Ashab-ı Kiram Radıyallahü Anhüm Hazaratı gibidir. Müstakil ictihadları tedvin edilmediği (yazılmadığı) için kendi şahsına münhasır kalmıştır. Bütün Sahabe-i Kiram Hazaratı da aynı şekildedir. Mezheb imamları, bu İslâm büyüklerinin İctihad ve tatbikatını, Ayet ve Hadis gibi göz önünde bulundurarak, “Ehl-i Sünnet” inanç ve yolunu, Murâd-ı İlâhî doğrultusunda tesbit etmişler ve Kıyâmet'e kadar da ufak bir bid'at'ın sokulmasını önlemişlerdir. Bunun böyle olacağını ve devam edeceğini, Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem şu Hadis-i Şerif'i ile müjdelemiştir.

Hadis-i Şerif Meali: “İleride benim ümmetim yetmiş üç fırkaya ayrılır. Bunlardan yetmiş ikisi Cehennem'e gider, ancak bir fırkası kurtulur. Bu fırka kimdir diye sorulduğunda, benim ve ashabımın inancı üzerine olanlardır, buyurdular.”

İsâ Aleyhisselâm ile İmam-ı Ali (ra) arasında müşabehet- benzerlik olduğu ve onun sıfatında tecelli ettiği, insanların çeşit çeşit inançlara sahip oldukları bilinmektedir. Ali Radıyallahü Anh Hazretleri'ne, Allah diyenlerin, Peygamber diyenlerin, peygamberden sonra ilk halife diyenlerin ve halifelik ancak Ali Radıyallahü Anh'ın neslinden olur diyenlerin olduğu bilinmektedir. Bunların, nasıl yanlış yollara saptıkları, dönüşü olmayan bir yola girdikleri açık bir şekilde izah edilecektir. İslâm tek yoldur ve Allah katında İslâm'dan başka din yoktur. Herkes bu memlekette inancında serbesttir. Hiçbir kimseye zorla bir şey kabul ettirilemez. Müslümanlar da “Ehl-i Sünnet” inancını öğrenip tatbik etmek hakkına sahiptirler. Biz burada Hazreti Ali Radıyallahü Anh'ı, şüpheye hiçbir mahal kalmadan en doğru şekilde ta'rif etmeye çalışacağız. Kabul eden eder ve etmeyenler de kendileri bilir. Eğer Ali Radıyallahü Anh'ın, Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem'e, dinî konularda kıl ucu miktarı muhalefeti mevcut olsa idi, amcası Ebû Leheb ve Ebu Cehîl ile hiçbir farkı olmazdı. Ali Radıyallahü Ahn'ın lâyık olduğu ve bulunduğu erişilmez mertebeye yükselmesine, Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem'e hiçbir konuda zerrece şüphe etmeden tabi' olmasına bağlıdır.

Ehl-i Sünnet Âlimleri, inanç konusunu bakınız nasıl açıklamışlardır: “Takdîmü'ş-Şeyhayn, Hubbü'l-Hateneyn ve Ve'l-messü ale'l-Huffeyn.”

Açıklaması: “Takdîmü'ş-Şeyhayn”; Ebu Bekir ve Ömer Radıyallahü Anhüma Hazretleri'nin, bütün Ashab'dan efdâl-faziletli olduğunu kabul etmek, “Hubbü'l- Hateneyn”; Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem'in iki damadını, Hazret-i Osman ve Hz. Ali Radıyallahü Anhüma Hazretlerini sevmek, “Ve'l-messü Ale'l Huffeyn”; ayaklara giyilen mesler üzerine mesih yapmayı kabul etmek. Bu üç esası kabul eden ve candan inanan kimseler ehl-i sünnettir ve doğru yoldadır. İşte mü'minlerin ölçüsü.

Hadis-i Şerif Meali: “Enbiyây'i İzâm Aleyhimüssalatü Vesselâm'dan sonra, Hazret-i Ebu Bekir'den efdâl bir kimse üzerine güneş doğmamıştır.” Diğer bir Hadis-i Şerif: “Cenab-ı Hakk'ın sadrıma-kalbime sab ettiği-akıttığı İlimleri ve Ledünni bilgileri, Ebu Bekir'in kalbine akıttım.” Radıyallahü Anh. Hadis-i Şerif Meali: “Eğer benden sonra bir peygamber gelecek olsaydı, Ömer peygamber olurdu.” (ra). Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Selem, Cebrâil Aleyhisselam'a, Ömer Radıyallahü Anh'ın fazâili hakkında suâl edince şöyle buyurmuştur: “Ben ki Cibrîlim, Âlem'in yaratılışından sonuna kadar, İmam-ı Ömer'in fazâilini ve kemalâtını söylesem bitiremem. Bununla beraber, İmam-ı Ömer, Ebu Bekir'in hasanâtından bir hasanâdır.”

İmam-ı Osman (ra) hakkında: “Her peygamberin Cennet'te bir Refîki-Arkadaşı yakını vardır. Benim Refîkim de İmam-ı Osman'dır” buyurmuştur.

İmam-ı Ali (ra) hakkında çok Hadis-i Şerifler vârid olup pek çoğu meşhurdur. Bunlardan birinde: “İmam-ı Ali'nin benimle münasebeti, Hârûn Aleyhisselâm'ın Musa Aleyhisselâm ile münasebeti gibidir. Hârûn Aleyhisselâm, Musa Aleyhisselam'ın biraderi, veziri ve muâvini idi.”

Ahmed İbni Hanbel Rahimehüllah buyuruyor ki, İmam-ı Ali (ra) hakkında vârid olan Ahâdis-i Nebevî, Ashab'dan hiçbir kimse hakkında vârid olmamıştır. İnsanlar, dinî bilgileri doğru öğrenmek mecburiyetindedir. (Ashab-ı Kirâm risâlesinden alınmıştır.)

Cenâb-ı Hakk, cinleri ve insanları kendisini tanısınlar ve ibadet yapsınlar diye yaratmıştır. Kur'ân-ı Kerîm'den önceki bütün Semâvî kitaplar ve her peygamber bu gerçeği ümmetine bildirmiştir. Mahkeme-i Kübra'da (büyük hesap gününde) hiçbir kimsede 'benim haberim yoktu, annem ve babam müslüman değildi, ben de onların evlâdı olarak aynı yoldan yürüdüm, onların sebebiyle bana azap mı yaparsın?' diye bir itiraz yapma hakkı da olmayacaktır. İşte deliller:

Sûre-i A'raf ayet 173: “Sizler hesap gününde, muhakkak babalarımız daha evvel Allah'a şerik koşmuşlardı. Ve biz isek onlardan sonra bir zürriyet olduk. Bizi batıl yolda olanların yaptıkları ile helâk mi edeceksin? Demeyesiniz.”

Bu Ayet-i Celîle'den önceki ayette, bütün insanların “Kâlû Belâ” hitabında, Cenâb-ı Hakk'ın varlığını, kudret ve azametini, her şeyi hiç yoktan yaratan Rabbü'l-Âlemîn olduğunu ikrar ve tasdik ettiklerini, asla emirlerine muhalefet etmeyeceklerine dâir verdikleri sözü bildirmektedir. İnsanların yaratılışında unutkanlık hilkaten (yaratılıştan) mevcut olduğu için, Cenâb-ı Hakk, bütün peygamberler vasıtasıyla bu verilen sözü daima insanlara bildirmiştir.

Ayrıca her peygamber, kendisine verilen Şeriatla-Dinle, amel yapıp ümmetlerine tebliğ ve tatbik etmekle mükellef oldukları gibi, Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem'in geleceğini, O'na kavuşanların yardımcı olup Şeriatı ile amel yapacakları ve ümmetlerine de bildirmeleri emir olunmuştur. İşte şu Ayet-i Celile buna delildir:

Sûre-i Âl-i İmrân ayet 81: “Yâd et o zamanı ki, Allahü Teâlâ peygamberlere hitaben! Size kitap ve hikmet verdim, sonra sizin nezdinizdekini (elinizdekini) tasdik ederek bir “Resûl” gelecektir. (Yani Muhammed Sallallahü Aleyhi ve Sellem) O'na elbette iman ve yardım edeceksiniz, diye peygamberlerden bir müekked ahd aldıkta buyurdu ki, ikrar ettiniz mi? Ve bunun üzerine benim o ahdimi alıp kabul eylediniz mi? Onlar da ikrar ettik dediler. Cenâb-ı Hakk da buyurdu ki; öyleyse şahit olunuz, ben de sizinle beraber şahitlerdenim. Artık bundan sonra kimler yüz çevirirse işte fasik onlardır.”

Allahü Teâlâ Vetekaddes Hazretleri, Enbiyây-ı İ'zâm'dan Server-i Âlem Sallallahü Aleyhi ve Sellem'in nuru ecli için ahd alıp, o nuru mübarek ile Şeytan arasına yetmiş hicap-perde koymuştur. Resûl-i Ekrem Sallallahü Aleyhi ve Sellem'in nurunu hamil-yüklenmiş olan kimseler, haramdan, zinadan ve putlara secde etmekten daima uzak durmuşlardır.

Sûre-i Bakara ayet 146: “O kendilerine kitap verdiğimiz kimseler kendi oğullarını bildikleri gibi onu da (Muhammed Sallallahü Aleyhi ve Sellem'i) bilirler. Fakat onlardan bir fırka, hiç şüphe yok ki, bilir oldukları halde hakkı inkâr ederler”

Bu Ayet-i Celile, Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem'in Şemâili ve Evsafı bütün Semâvî kitaplarda mevcut olduğunu beyan etmektedir.

Sûre-i Fetih Ayet 29: “Muhammed-Aleyhisselâm- Allah'ın Peygamberi'dir. Onunla beraber bulunanlar, kâfirlere karşı pek şiddetlidirler, kendi aralarında ise pek merhametlidirler. Onları rükû ediciler, secde ediciler olarak görürsün. Allah Teâlâ'dan inayet ve rıdvân dilerler, yüzlerindeki nişâneleri, secdelerinin eserindendir, Bu-na't-onların Tevrat'taki vasıflarıdır ve onların İncil'deki meselleri-vasıflar-ise bir ekin gibidir ki, filizini çıkarmış, sonra onu kuvvetlendirmiş, sonra da kalınlaşmış, sonra da sakları (sapları) üzerine yükselmiş-istikamet almış- ekincilerin hoşlarına gidiyor. Onlar ile kâfirleri öfkelendirmek için, Allahü Teâlâ, onlardan iman edip sâlih amellerde bulunmuşlar için bir mağfiret ve pek büyük bir mükâfatlar vâ'd buyurmuştur.”

İşte Fetih suresi'nin bu Ayet-i Celilesi, Tevrât-ı Şerif ve İncîl-i Şerif de mevcut olduğunun açık bir delilidir. Gerçekten Tevrât'a ve İncil'e inananlar Peygamberimiz Sallallahü Aleyhi ve Sellem hakkında asla şüphe edemezler.

Kur'ân-ı Kerîm'de üç yerde “Muhammed” (sav) ism-i şerifi zikir edilmektedir. Fetih Sûresi'nin bu Ayet-i Celile'si ise, Tevrat-i Şerif ve İncil-i Şerif de aynen mevcut idi. Bilhassa Cenâb-ı Hakk, Tevrat ve İncil ehline, Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem'in ve ümmetinin sıfatlarını tam olarak bildirmiştir.

Sûre-i Âl-i İmrân ayet 31: “Ya Habibim! Onlara de ki, eğer Allahü Teâlâ'yı gerçekten seviyor iseniz bana tabi' olunuz ki, Allahü Teâlâ da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Ve Allahü Teâlâ gafurdur, rahimdir.”

Bu Ayet-i Celile, Cenâb-ı Hakk'a itaat ve muhabbetin ve onun rahmet ve mağfiretine nâiliyetin ancak onun muhterem peygamberine tâbi' olmaya ve O'nu canından da ziyade sevmeye bağlıdır.

Âdem Aleyhisselâm, Cennet'te yasak olan meyveden yedikten sonra pişman olup, bağışlanması için şöyle duâ ve niyazda bulundu: “Yarabbi! Şu evlât (Muhammed sav) hürmetine bu baba'ya merhamet et, onu bağışla.” duâsı ile Âdem Aleyhisselâm tevessül edince, Cenab-ı Hakk, “Yâ Âdem! Sen benden Muhammed'i (sav) vesile ederek af talep ettin. Eğer, yerde ve gökte bulunanlar için de O'nu vesile eyleseydin, seni onlara da şefaatcı kılardım.”

Süleyman Çelebi merhum, Mevlidi'n-Nebevî kitabınının “Nûr” bahsinde, Âdem Aleyhisselam'a emanet edilen Nur'un muhafazası ve intikal şeklini de şöyle açıklamıştır:

“Mustafa nurunu alnında kodı

Bil habibim nurudur bu nur dedi...”

Mevlid'in bu kısmında, Âdem Aleyhisselâm'dan, Peygamberimiz Muhammed Mustafa Sallallahü Aleyhi ve Sellem'in pederi Abdullah'a kadar geçen devirleri bir bir açıklamış ve bütün tarihî gerçeklere ışık tutmuştur.

Hadis-i Kudsi'de buyuruluyor ki: “Ya Habibim! Seni yaratmasaydım seni yaratmasaydım bütün mevcudatı yaratmazdım.”

Yukarıya meallerini almaya çalıştığımız Ayet-i Celileler ve Hadis-i Şerifler, dikkatle okunursa, Peygamberimiz Muhammed Mustafa Sallallahü Aleyhi ve Sellem'in hak peygamber olduğu gün gibi aşikârdır. Bütün Semâvi kitapların, tüm peygamberlerin, meleklerin ve bütün mevcudatın buna şahit oldukları hiçbir şüpheye mahal kalmadan anlaşılmaktadır. Hazret-i Ali Radıyallahü Anh'a, Uluhiyyet, Peygamberlik ve Hilâfette öncelik tanımak gibi mânâsız, akıl dışı ve gerçeklere tamamen zıt bir iddianın peşine düşmek ne kadar çirkin ve utanç vericidir.

HAZRET-İ Alİ RADIYALLAHÜ ANH

Emîr'ül Mü'minîn Ali İbni Ebû Talip (ra) on iki imamın birincisidir. Künyesi Ebü'l- Hasan, Ebû't- Türap'tır. En sevdiği isim de budur. Bu isimle çağırıldığı zaman çok sevinirdi. Çünkü bu ismi kendisine Resûl-i Ekrem efendimiz vermişti.

Ömer Radıyallahu anh rivâyet eder ki: Peygamber Sallalllahü Aleyhi ve Sellem “Beni seven Âli'yi sever.” buyurmuştur.

Başka bir rivayette: “Âli benim dostumdur ve benim dostlarımın da dostudur. Yârabbi! Sen onu sevenleri sev, ona düşman olanlara düşman ol.” buyurdular. Hadis-i Şerif: “Allahü Teâlâ bana dört zatın muhabbetini emir etti ve haber verdi ki, ben de onları severim.” Kimlerdir Ya Resûlallah diye sü'al olundukda buyurdular ki; “Ali onlardandır, Ali onlardandır, Ali onlardandır, Ebû Zer, El-Mikdad ve Selmân.” Radıyallahü Anhüm. (Revâhü't- Tirmîzi. Hadis-i Şerif Meali: “ Ben ilmin şehriyim Ali onun kapısıdır.”

Hadis- Şerif Meâli: “Nefsim yed’i kudretinde olan Allahü Teâlâ'ya yemin ederim ki, bir kişinin kalbine iman girmez hattâ ehl-i beytimi ve yakınlarımı sevmedikçe.” (Savaikulmuhrika sh 187) Hadis-i Şerif Meâli: “Fatıma'ya ve O'nun zürriyyetine Allahü Teâlâ Cehennemi haram kıldı.”(Hâkim, Tabarânî, Ebû Yali, İbni Mes'ûd'dan. (radıyallahü Anhüm) sh. 18

Emîrü'l -Mü'minîn Ali (ra) Hicretten yirmi üç sene evvel Mekke-i Mükerreme de doğdu. Peygamber Aleyhisselâm, Peygamberliğini izhâr ettiği zaman on yaşında idi. Altmış üç yaşında vefât etmiştir.

İMAM-I İSNÂ AŞER ON İKİ İMÂM (Radıyallahü Anhüm)

Hazret-i Ali (radiyallahu anh) birincisi olmak üzere nesl-i pâk'inden gelen kimselere verilen isimdir. Bu muhterem kimseler, Ehl-i Sünnet Ve'l- Cemaat Mezhebi'nin göz bebeği mesabesinde bulunan çok büyük kimselerdir. Aynı zamanda bu büyük kimselere “Ehl-i Beyt” İmamları denilmektedir. İslâm'ın manevî kısmı, yani Tasavvuf'î yönünü, bunlar açıklamışlar ve yürütmüşlerdir. Cenâb-ı Hak cümlemizi onları sevenlerden eylesin.

İmam-ı Şâfii Hazretleri, bunların yüce şanını şöyle açıklamıştır: “Ey Ehl-i Beyt-i Resûlülllah! Sizi sevmenin farz olduğunu Cenab-ı Hakk, Kur'ân-ı Kerîm'de haber verdi. Size namazda duâ etmeyenlerin namazı kabul olmaz. Bu büyüklük elbette size kâfidir.”

Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem bir hadis-i şeriflerinde buyuruyorlar ki: “Cenâb-ı Hakk, her peygamberin neslini kendi sulbünde yarattı. Benim neslimi ise, Ali'nin sulbünde yarattı.” Bu hadis-i Şerifi Tabârânî rivayet etmiştir. (İbni Hacer, Savaîkü'l-Muhrika, Sahife: 124)

Bazı kimseler, on îki imâm'ın Şiîler'in imâmı olduğunu, hattâ Şiîlerin lüzumsuz sevgi ve muhabbetlerinden dolayı, onların inanç ve i'tikâdına uygun kimseler olduklarını iddia ederler. Bu görüş tamamen yanlıştır. Hepsi Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem'in evlâtları olup, ehl-i îmâ'nın mutlak surette sevmesi ve hürmet etmesi gereken büyük şahsiyetler olup hepside İmâm-ı Âzam'dan üstün kimselerdir. Bazı kimseler de vardır ki, Hz Ali'yi (ra) sevdiklerini iddia ederler, hâlbuki onunla hiç bir ilgileri yoktur. Aslında layıkıyla ehl-i sünnet olanlar onu severler ve gittiği yoldan giderler. Bu hususta Ali (ra) nasıl biliniyorsa, diğer imamlar da aynı şekildedirler.

Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem'in mübarek ve bereketli nesli, Hazreti Âli'nin neslinden geldiği, Hadis-i Şerif'te açıklanmıştır. Ali Radıyallahü Anh ve O'nun mübarek neslini istismar ederek, sinsice İslâm Dinini yıkmaya çalışan, bir İran Yahudisi olan, Fadlüllah-i Hurufî, “Câvidan” adiyle bir eser yazdı. Kitabında Kur'ân-ı Kerîm'den bazı harflere ma'nalar vererek, kendisinin Tanrı olduğunu ilân etti. Bu büyük tehlikeyi gören Timurlenk Cennet mekân, oğlu Miran Şah'a, Fadlüllah-i Hurufi'yi öldürmesini emretti. Miran Şah da öldürüp bacağına ip bağlayarak sokaklarda sürükledi. Böylece İslâmiyet için büyük bir tehlikeyi önledi. Bunlardan Aliyyü'l-A'la adında bir kimse Anadolu'ya gizlice gelerek, bir Bektaşî tekkesinde Hurufîliği yaymaya başladı ve Hacı Bektaşî Veli Hazretlerini, kendilerinden göstermeye çalıştı. Bu sahte Bektaşiler, Timurlenk Hazretleri'ni sevmezler.

Camiler'e Alevilik ve Bektaşilik dersi veren yazar'a “19. asırda yaşayan çok kıymetli ve büyük Osmanlı âlimlerinden İshâk Efendi Hazretleri'nin “Kâşifü'l-Esrâr ve Dâfiü'l-Eşrâr” isimli eserini okumaları tavsiye olunur. Ayrıca Yavuz Selim Han Hazretleri'ni de tanımaları rica olunur. Böylece Hacı Bektaşi Veli Hazretlerini öğrenmiş olacaktır.

Bu mübarek silsile, iki koldan devam etmektedir. Birincisi, Hz. Hasan'ın ve ikincisi de Hz. Hüseyn'in (radıyallahu anhüma) nesillerinden gelmektedir. Hz Hasan’ın nesline “Şerîf”, Hazreti Hüseyn'in nesline de “Seyyid” denilmektedir. Seyyidler Şeriflerden daha üstündür. Osmanlılar zamanında, Halep'de Seyyidlere ve Şeriflere mahsus bir mahkeme vardı. Bu mahkeme tarafından tespit edilenlerin Seyyid veya Şerif oldukları, kaydı olmayanların da sahte olduğu anlaşılırdı. Bütün Seyyidler evlâdlarını bu mahkemece tesbit ettirirlerdi. Bu hususa Osmanlı Devleti yıkılıncaya kadar hassasiyetle devam edilmiş, Seyyid olmayanlar asla kayıt yapılmamıştır. Ancak zamanımızda bazı kimselerin dinî ticaret maksadıyle ortaya çıktıkları görülmektedir. İhtiyatlı olmak gerekir. Yukarıda mealini verdiğimiz bir Hadis'de beyân edildiği gibi, Cenâb-ı Hak, Fâtıma validemizin nesl-i pâk'ine Cehennemi haram kılmıştır. Kâfirlerin Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e “Ebter” nesli kesilen demeleri üzerine Allahü Teâlâ “Kevser” Sûresini inzal buyurup bereketli, güzel bir nesil ihsan ettiğini müjdelemiştir. Bu sebepten, Seyyidler'de bir güzellik görülmektedir.

RAFİZİ ŞAH İSMAİL' E VERİLEN NOTA VE FETVÂ'NIN YERİNE GETİRİLMESİ

“Zındıklığı ilhâd ile izdivaç ve imtizaç (küfürle mezhepsizliği birbirine eş tutup karıştırdığınıza) ettirdiğinize, fitneler çıkardığınıza, Ebu Bekir, Ömer ve Osman Radıyallahü Anhüm Hazaratına sebb ü lâ'net ettiğinize dair katlinize Fetva verilmiştir. Kılıçtan evvel İslâmiyet'i teklif, Şeriat icabatındandır. Zira Nusus-ı Kur'âniye zevâhire mahmuldür. Ehl-i Batının iddia etmiş olduğu mânâ küfür ve ilhâd'dan başka bir şey değildir. Kur'ân Âmirdir. Kur'ân Zâcirdir. Tarik-ı Meslûkdır ve Mes'el-i Madrûbdır. Şer-i Şerif'in gösterdiği yollardan maada başka tarık (yol) yoktur. Tam bir samimiyetle Tevbe ve İstiğfar ediniz. Yok diyecek olursanız, ordularımızın ayakları altında ezileceksiniz.” (Bu fetva 1942 senesi Vatikan'ın bir kütüphanesinde bulunmuştur.) Aynı şekilde, Ehl-i Sünnet inancını, muhterem oğlu, Cennet mekân Kanuni Sultan Süleyman Han Hazretleri de bir beyitle şöyle açıklamıştır:

“Umalım rehber ola bize Ebu Bekr ü Ömer (ra)

Ey Muhibbi! Yürüyelim şarka sipahi çekelim.”

İslâm Dinine hizmet ve sadakat ancak böyle ifade edilir ve yapılır. Sahabî, Tâbiin ve Tebe-i Tâbiin devirleri hariç, hiçbir devirde, İslâm'ın özüne sadık bir inanç ve hizmet görülmüş değildir. Tih sahrası geçilerek, Mısır'dan Emanet-i Mukaddese'yi İstanbul' a getirmek, en mukaddes vazife olan Halifeliği de, Osmanlı Devleti'ne emanet edip hakkiyle emirlerini yerine getirmek ancak Osmanlı'ya mahsus bir hizmettir. Bu vazifeye de Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem'in manevî emirleriyle talip olup getirdiği de bir gerçektir.

Sultan Üçüncü Mehmed Han devrinde Şeyhülislamlık da yapmış olan, büyük âlim, büyük tarihçi, Hoca Saadettin Efendi, Halifeliğin geliş sebebini şöyle beyan etmiştir: “Yavuz Sultan Selim Han Hazretleri, rü'yasında Hz. Ali Radıyallahü Anh Hazretleri'ni görür. Ali Radıyallahü Anh, Peygamberimiz Sallallahü Aleyhi ve Sellem'den selâm ile şu müjdeyi getirir. Kalkıp gitsin, Harameyn'in (Mekke-i Mükerreme ve Medine-i Münevvere) hizmeti kendisine verildi.” Bu sevinçli haberi alan Yavuz'un gözleri yaşla dolar. Aynı rüya'yı, Hazînedâr Hasan Ağa da görür. Yavuz Selim Han'ın sır arkadaşı, Hasan Can, ısrarla rüyasını padişaha söylettirir. Bunun üzerine dindar Padişah; “Biz demez miyiz ki, bir tarafa me'mur olmadan hareket etmeyiz.”

Ali Radıyallahü Anh Hazretlerin'i en çok sevenlerin arasında, Yavuz Sultan Selim Han Hazretleri'nin olduğuna bu rü'ya delil değil mi? İşte O'na düşmanlık yapanların da, Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem'e ve O'nun Ashabına düşmanlık yapanlar gibi olduğu açık olarak görülmektedir. Bu mes'ele de elbette iman ile ilgilidir.

Bir gün dünya haritası, Yavuz Selim Han Hazretleri'nin önüne getirildiği zaman, dikkatle inceledikten sonra, Allah Celle Celâlüh Hazretleri'nin emirlerini tatbik etmek hususunda bir hükümdara yetecek kadar büyük değilmiş buyurur. İşte Allah'ın vekili bu sözü söylüyor, kendisinin böyle güçlü olduğunu ve bu gücün de imandan geldiğini kesin olarak biliyor. Şu dörtlükle bunu ne güzel açıklamıştır.

“Bu âlemde padişah olmak

Ha kuru bir kavga imiş

Bir veliye bende olmak

Cihandan evlâ imiş.”

Görülüyor ki, bir Veli, Allah dostu, İslâm Dinini, Murâd-ı İlâhî doğrultusunda inanan ve tatbik eden büyük bir kimse veya Şeyhülislamdır. O'na teslim olmak, O'nun hüsnü teveccühünü kazanmak, yani bu inanç ve gaye ile âhiret hayatını bir nevi elde etmek, tüm dünya saltanatından daha iyi ve önde olduğuna inanmaktır. İşte tüm dünyayı küçük gören, fakat bir şahsın emri altında olmaya rıza gösteren büyük insan.

Yukarıya almaya çalıştığımız bilgiler, gerçekten kimlerin Ali Radıyallahü Anh Hazretleri'ni sevdiğini ve kimlerin ona düşman olduğunu, şüpheye hiçbir mahal kalmadan açıklamaktadır. Doğru yoldan ayrılan kimseleri hidayete erdirmek de insanların takati üstündedir. Bakara Sûresinde ayet 145: “And olsun ki, Ya Habibim! Sen kendilerine vaktiyle kitap verilmiş olanlara her ne kadar delil getirsen yine senin kıblene (dinine) tabi olmayacaklardır.”

Bu ayet-i celile, daha önce Tevrât-ı Şerif'i ve İncîl-i Şerif'i tahrif edip (bozup) aslından çıkaran ve böylece yanlış yollara sapan, Ehl-i Kitap'ın, doğru yola gelmesini hiçbir kimse, hiçbir delil ile ikna edemeyeceğini açıklamaktadır. Çünkü Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem'in dahi bu hususta getirmiş olduğu deliller hidâyetlerine vesile olamayacağını Cenâb-ı Hakk, kesin olarak bildirmektedir.

İsâ Aleyhisselâm hakkında insanlar üç kısma, keza İmam-ı Ali (ra) hakkında da üç kısma ayrılmışlardır. Çünkü Ali (ra), İsâ Aleyhisselâm'ın sıfatında tecelli etmiştir. Hıristiyanlar, İsa Aleyhisselam'ı şanından ve mertebesinden çok yüksek tutup Allah'tır, Allah'ın oğludur ve Allah O'na hulul etmiştir, inancına sahiptirler. Bir kısım insanlarda, tıpkı Hıristiyanlar gibi, İmam-ı Ali Radıyallahü Anh'ı, mertebesi'nin üstünde tutup Allah, Ali Radıyallahü Anh'a hulul etmiş, Cebrâil Aleyhisselam, Kur'ân-ı Kerîm'i Ali'ye (radıyallahü anh) getirecekken, Muhammed'e (sav) getirmiştir, derler. Tâife'yi Şia'dan bazıları da İmam-ı Ali'yi üç Halife'den ve bütün Ashab'dan daha üstün tutarlar ve böylece Hıristiyanlara tam bir benzeyiş içine girerler. Yahudiler, İsâ Aleyhisselâm'ı babasız doğduğu için, hakkında çirkin inanışta bulunurlar. İsa Aleyhisselâm ve annesi Meryem valide hakkında şanlarına yakışmayan çirkin iftiralarda bulunurlar. Haricîler de tıpkı Yahudiler gibi, İmam-ı Ali Radıyallahü Anh'a çirkin iftiralarda bulunurlar. Bu iki tâifenin, küfür ve ilhadda birbirlerine tam bir benzeyişleri vardır. Bunları hiçbir delil ve öğütle ikna etmek ve doğruyu anlatmak mümkün değildir. Bunların düştüğü çirkin inancın ne kadar büyük olduğunu, kurtulmaları da mümkün olmadığını, yukarıdaki ayet-i celile, açık olarak göstermektedir.

Abdülkâdir Geylâni Kuddise Sırruh Hazretleri de, Şia tâifesin'e, gerçekleri öğretmek, doğru yola getirmek, bir müşriki, ilimle, deliller getirmekle ikna etmekten daha zordur. Müşrik'e hakkı kabul ettirmek mümkündür, bunlar asla doğruyu kabul etmezler. Bunların bulunduğu yer, Kum şehridir buyuruyor.

Şia'nın bir kısmı, İmam-ı Ali (ra), peygamber olacak ve Kur'ân-ı Kerîm O'na inecek iken, Cebrâil Aleyhisselâm yanılarak, Muhammed'e (sav) indirmiştir demeleri ki, bu büyük iftirayı, hatırlamak bile, ehl-i imana ve aklı başında olan her kimseye çok gîrân (ağır) gelmektedir. Risâlet-Peygamberlik vazifesi'nin tebliğ emri geldiğinde, Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Selem “kırk” yaşlarında ve İmam-ı (ra) (On) yaşlarında bulunuyordu. Daha büluğ çağına bile ulaşmamış, hiçbir dini emirle bile mükellef bulunmuyordu. Değil “Risâlet” mevzu'u, Kur'ân-ı Kerim'in bir emrinde hattâ bir harfinde, Cebrâil Aleyhisselâm'ın yanlışlık yaptığını zan etmek, insanda imandan bir eser bırakmaz. Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Selem zamanında, Sa'lebe isminde bir zat, zekât emri geldiğinde, kendisine zekât almak üzere gönderilen me'murlara, benden cizye-haraç mı istiyorsunuz dedi ve hakkında ayet nazil oldu, Sa'lebe'nin imanı gitti, ondan zekât almayın emri geldi. Bunların hali daha çirkin, daha fecidir. Fıkhî dört mezheb imamlarından üçü, bunların tövbesinin dahi kabul olunmayacağı hükmüne varmışlardır. Hanefi ulemâsı ise, Ehl-i Sünnet inancına sahip olup, bütün amellerini sünnete uygun bir şekilde yaparlarsa, “Umulur ki, tövbeleri kabul olunur.” demişlerdir.

Şiâ ve Râfizi tâifelerin'den bir kısmı, hac mevsiminde bile, Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem'i ziyaret etmezler. Ebû Bekir ve Ömer Radıyallahü Anhüma Hazretleri'nin, Peygamber Efendimiz'le beraber aynı yerde metfun olmalarını sebep gösterirler. Peygamberlerden sonra, dünyanın en kıymetli insanları olan, Müslümanların göz bebeği, Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem'in dünya ve âhirette en yakini olan kimselere düşmanlık yapan kimselerin kimler olduğunu anlatmaya gerek yoktur. Görülüyor ki, bunların çok çeşit fırkaları (yirminin üzerinde) vardır. Doğru birdir, yanlışın-batılın adedi belli değildir.

Hadis-i Şerif meâli: “Cenâb-ı Hakk, Beni, Ashab ve akrabamı, diğer insanlardan seçti ve ihtiyar etti. Bunlardan sonra bir kavim gelir ki, ashabımı ve akrabamı seb ve şetm ederler. Şân-ı âlilerine lâyık olmayan isnatlarla zem ve tenkîs ederler, yani onları çok çirkin iftiralarla kötülemeye çalışırlar. Bunlarla oturmayınız, bunlarla yeyip içmeyiniz ve bunlardan kız alıp vermeyiniz.” (Revâhü Enes radıyallahü anh, “Savâikulmuhrika, İbni Hacer rahimehüllah)

“Müslümanların yanlış yollara sapmaması için, her yerde müşküllerini halledecek bir âlimin bulundurulması “Farz-ı Kifâyedir”. Felsefecilerin itirazlarını, fen bilgilerine, felsefî kaidelere göre halle muktedir, Hükemâ'nın itirazlarını hikmet kaidelerine göre halle kadir, batıl dinlerin itirazlarını ve dinlerinin batıl olduğunu ispata muktedir, Mû'tezile, Rafizi, Şii tâifeleri tarafından gelen itirazlara derin vukufu olan, cevaba muktedir ve tarihî âleme vakıf ve ulûm-i riyaziyede mâhir, çeşitli İslâm bilgilerinde maharetli bir kimse bulundurmak lâzımdır. Böyle olmaz ise “Din” gerçekleri kabul etmeyenlerin elinde oyuncak olur. Diledikleri veçhile te'vîl ve tefsir ederler. Kimseyi kurtaramadıkları gibi, hem kendilerini ve hem de halkı sapıklığa iterler.” (Es- Seyyid Abdülhakim Arvasi ks.)

Gerçekten Mûsa'vî, İsa'vî olanlar ve Ali Radıyallahü Anh ve Ehl-i Beyt'i sevenler, Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem'e, yani onun sünnet-i seniyyesine tâbi' olanlardır. İslâm Dininde, ehl-i sünnetin inancında mevcut olmayan bir görüşü, İmam-ı Ali Radıyallahü Anh'a izafe etmek-yakıştırmaya çalışmak, küfür ve ilhad'dan başka bir şey değildir. Bu günkü Yahudi ve Hıristiyanlar'a da asla Musa'vi ve İsa'vi demek câiz değildir. (Vesselam'ü alâmenittebealhüdâ.)


Bu yazıya yorum ekleyin

Adınız
E-posta Adresiniz
Yorumunuz
 

CAPTCHA


Resimdeki rakamları bu alana yazınız


Eklenen Yorumlar


Ekleyen : MEVL?T I?IK    29.05.2009
Yorum : tebrik ederim sizin gibi ehli sünnet müdafii kardeşlerimizi allahü teala eksik etmesin





 
Kur'ân-ı Kerim bütün düny... - Sayı 71
İslâm Dini (Tüm peygamber... - Sayı 70
Mevlid-i şerif... - Sayı 69
KERBEL? FACYASI ve Hz. H?... - Sayı 67
Tüm Yazıları

ASKIDA ABONELİK: Siz de "askıda abonelik kampanyası"na destek olmak ister misiniz?

Gelecek sayının konusu (123):
"Mülteci" meselesine bakış...

Son Eklenen Yorumlardan
 Eline, canına, yüreğine sağlık olsun hocam. Allah razı olsun Bu güzel için teşekkürler.... osman eroğlu

 Şiirin bestesini firdevs altındaş yaptı ve kendisi okuyor. Sevgiler...... Dilara

 Çok teşekkür ederim Amin hepimize🤲🤲... Ayşenur

 Çok beğendim.Buna benzer yazılar çokça işlenmeli.... mahir

 mükemmel anlatım; af etmiş olsan da gönül kırıklığı çok acı veriyor. buna öneriniz , makaleniz olur ... dr. Elvira


*Eskiden Allah için verilen selam, artık “rüşvet deyü” veriliyor.
*İnsanlığın ölçüsü olan selamlaşmak, kaybolalı beri, çevrede insan görmek zorlaştı.
Kardelen-Gazete: Sayı 3, 1989
Yalnız ve başıboş değiliz
İranın neye ihtiyacı var?
Tevhid yoksa huzur da yok
Kaleme yemin
Öz musikimizin piri: Mustafa Itrî Efendi
Ah
Eşek ve deve


Ali Erdal - İranın neye ihtiyacı...
Kadir Bayrak - Fars irfanı var mıdı...
Necip Fazıl Kısakürek - Devletleşen şiilik
Ekrem Yılmaz - Bizden gibi görünen
Ekrem Yılmaz - Al beni
Dergi Editörü - Kaleme yemin
Site Editörü - Tevhid yoksa huzur d...
Necdet Uçak - Ömür
Kardelen Dergisi - Kardelenden Haberler
M. Nihat Malkoç - Öz musikimizin piri:...
M. Nihat Malkoç - Filistin için ne yap...
Hızır İrfan Önder - Dermansız dertlere s...
Nihat Kaçoğlu - Serçelerin sesi
Mehmet Balcı - Almanya
Ahmet Çelebi - Bilemem
İktibas - İşte Budur Humeynî D...
Muhsin Hamdi Alkış - Fars palavrası
Kubilay Ertekin - Eşek ve deve
Halis Arlıoğlu - Gülerek günah işleye...
Erdem Özçelik - Geçmişten Geleceğe
Remzi Kokargül - Çoban çeşmesi
Murat Yaramaz - Çapraz sorgu
Gözlemci - Olayların düşündürdü...
Mahmut Topbaşlı - Sırt döndüğüm şiirle...
Mevlüt Yavuz - Umutsuz
Cemal Karsavan - Aşk uyanır sabaha
Bekir Oğuzbaşaran - Âhir zaman ümmetiyiz
Yaşar Akyay - Yalnız ve başıboş de...
Yaşar Akyay - Hayatın Kaynağından ...
Yaşar Erim - Camiler boşaldı
Cahit Can - Türk farkı
İbrahim Durmaz - Yunusca
 
 
23 Mart 2005 tarihinden beri
 Ziyaretçi Sayısı Toplam : 14638773
 Bugün : 1349
 Tekil Ziyaretçi Sayısı Toplam : 632656
 Bugün : 99
 Tekil Ziyaretçi Sayısı (dün) Toplam : 87
 122. Sayıya Bırakılan Yorum Sayısı Toplam : 2
 Önceki Sayıya Bırakılan Yorum Sayısı Toplam : 5
Son Güncelleme: 13 Eylül 2024
Künye | Abonelik | İletişim