KOKU Fatma Pekşen Sayı:
49 - Temmuz / Eylül 2005
Sevmiyordu işte sevmiyordu. Zorla bir şey sevdirilebilir miydi insana? O sevimsiz nesneyi, teninde, hücrele- rinde hisseder hissetmez, kanı bey- nine sıçrıyor, köşe bucak aranıyor, “hangi namussuzun işi bu” demekten son anda kurtuluyordu.
Başka vakitler idare edip gidiyorlardı, böylesine çıldırasıya huysuzlukları olmuyordu... Geçimsiz olduğunun kendisi de farkındaydı; ama onlar da yapmamalıydılar. Dördüncü seneyi doldururken, elinden bir kaza çıkmamalı, birini haşlamamalıydı.
Birkaç basit eşyayla döşeli, öğrenci evi dekorunun içinde geçiyordu bütün bu olanlar. Zaman zaman beşi altıyı bulan, koyun koyuna yatılan, yarı aç yarı tok idare edilen, umut beslenilen, idealle dolu bir gelecek hayâl- lenen, diplomalı, iş’li günlerin arefesindeydiler hepsi de... Şu üç beş hafta da bitince, her biri bir yana dağılacak, kimbilir belki de bir daha görüşme, halleşme imkânları olmayacaktı. Gerçi bu huysuz haliyle onu kim arardı ki?
Dün sigara üstüne sigara içmiş, demli çayları birbiri ardına yuvarlayıp, kan çanağı gözleriyle sabaha kadar ders çalışmış, bir saat uykuyla okula gitmişti. Finaller, vizeler, memleketten gelen iç karartıcı haberler, bunalttıkça bunaltmıştı onu... Uykusuz, sıkıntılı zamanlarında zaten tepesinde olan cinleri tepinmeye başlıyor, bağırması, evdekilerin üstüne yürümesi için baskı yapıyorlardı adeta... Hoş, diğerleri de kendisinden farklı değillerdi ya, hiç değilse onların memlekette kale gibi babaları vardı.
*
Son gün olanlar olmuş, bavulunu toplayıp evden ayrılmasına saatler kala, sair zamanlarda can-ciğer olduğu bir arkadaşını altına almış, kafa atıyor, şamar patlatıyor, alttakinin kanayan burnuna aldırmadan, habire indiriyordu. Diğer arkadaşları ve boğuşma seslerini işitip alt kata inen ev sahibi duruma müdahele etmekte yetersiz kalıyordu.
Bir müddet sonra pestili çıkmış olan, elini yüzünü yıkamak için arkadaşlarının kolunda aksaya aksaya lavaboya doğru giderken, ezici konumda olan diğeri de kalkmış, fosurdayarak odada dolanmaya başlamıştı. Birkaç tur atıp, kapı ağzına hazırladığı bavuluna bir tekme savurduktan sonra, dört yılını üzerinde oturup ders çalışarak geçirdiği sandalyeye çöktü.
Arkadaşları, daha önce benzeri sinir krizlerini gördükleri için –dayak hadisesi olmasa bile- fevkalâdelikle davranmıyorlardı. Lâkin ev sahibi, mülküne bir zarar gelmediği için rahatlamış bir ifadeyle, sakin olmaya çalışarak geldi dikildi karşısına:
—Niye oldu bütün bunlar? Küfürleştiniz mi? bir eşyana zararı mı dokundu?
—...
İçeriye bir göz attıktan sonra fısıltıyla devam etti:
—Paranı, telefonunu filân mı çaldı?
—...
—Alay mı etti, gururunla mı oynadı?
—...
—Eee... ne öyleyse? Yazık değil mi elin çocuğuna? Üç dört sene aynı çatı altında oturdunuz. Bir kötü huyu varsa evden çıkarayım. Onun daha bir senesi var biliyorsun. Şimdiye kadar görmedim ama hırlı hırsız bir şeyse bir dakika oturtmam.
“Bir dakika oturtmamak, hırlı hırsız olmak, evden çıkartmak” gibi sözler havada bir kaç daire çizip geldi, sandalyede oturanın kulağından girip, beynine doğru dalış yaptı. Ağzını açmak için kendinde güç bulamayan öğrenci, hırsı biraz daha azalmış vaziyette, “hayır, hayır” mânâsında başını kaldırdı.
Ev sahibi, biraz merak, biraz kızgınlıkla yoğrulmuş duygularla, karşısındaki gencin gözlerine baktı baktı sonra da düşündüğünü aktardı:
—Peki derdin ne senin oğlum? Aklını mı yitirdin? Vah ki vah. Anan baban da seni okuyup adam olman için gurbet ellere gönderip çile üstüne çile çektiler ha? Boşa gitti boşa...
Beriki:
—Amca, haklısın da... Ben bu eve girdikleri zaman hepsine de tembihlemiş, rica etmiştim. Bu evde o lânet kokuyu duymak istemediğimi söylemiştim. En azından ben evde olduğum zamanlar... Başka zaman ne haltları varsa karıştırsınlar!
Ev sahibi alık alık, bir karşısındaki gencin suratına, bir de şaşkın bir ifadeyle konuşulanları dinleyen, diğer bir öğrenci kiracısı olan sarışın delikanlıya baktı. Hiçbir şey anlamamıştı. Sarışın olanı, bir şeyler söylemek ihtiyacı hissederek, eliyle pencere kenarına dayalı şişeyi gösterip:
—Ne zaman bu kokuyu duysa, bir tuhaf oluyor, hepimizi haşlıyor. Ferhat da sabah tıraş olurken yüzünü kesmişti. Biraz pamuğa döküp kesiğin üstüne bastırmak isterken, bir kısmı yere döküldü. Bu da... İşte bildiğin gibi coştu, deyip başını gücenmiş bir tavırla dışarıya doğru çevirdi.
Ev sahibinin gözlerinde çeşitli şüpheler, çelişkiler dolanıp duruyordu.
Her ne kadar masum bir şişeyse de içindeki o çıldırtan koku neydi acaba?
Bu gençlerden her şey beklenirdi. Kimyasal bir bileşim, adam bayıltan bir karışım mıydı yoksa? Evi uçururlardı da Allah korusun, kendi elleriyle yaptığı iki göz evceğizi toz yığını haline gelirdi. Çıkarmalıydı bu ne idüğü belirsizleri...
Hepsi de kendi enini boyunu aşan beş-altı delikanlıyı ne gibi laflarla, hangi bahanelerle evden uzaklaştırma plânları kuruyordu ki karşısındaki sarışın öğrencinin, aklından geçenleri sezmiş gibi, yalvaran bakışlarla, “etme amca. Senin evin gibi ucuz öğrenci evini nereden bulacağız? Elleşme de diplomalarımızı alalım” yollu nazarlarını okudu.
İçinden, “ilmin başı sabırdır. Hele bir öğrenelim şu şişenin esrarını da sonra hallederiz” derken, bir parça da korku yüklenmiş gözlerle baktı şişeye.
Acep bu yeşilimsi sarı sudan niye huylanıyordu bu deli oğlan?
İçki gibi bir şey miydi yoksa? Uyuşturucu özelliği mi vardı? He ya, ilk kiracısı Deli İbrahim de aha böyle bir şey zıkkımlanırdı kapının önüne attığı minderine yayılıp. Zavallı kara-kuru karısı, içerden “çocukların karnı aç. Tencereye koyacak bir şey getirmiyorsun da o zıkkıma veriyorsun olanca parayı” deyince köpürüyor, “başka bir şey kesmiyor be karı! Kaç sefer söyleyeceğim sana, bir yerini kırdırtma” der, kadıncağızı sindirirdi.
Az önce altına aldığı arkadaşını bir iyice pestile çeviren, biraz daha sakinleşmiş bir durumda olan şu çocuk, -ki ev sahibinin yanında ilk defa sigara yakmıştı- demek ki o pis kokuya tahammül edemiyor, haklı olarak hır çıkarıyordu. Ee... bu da üç beş saat sonra gideceğine göre, diğerlerinin zinciri iyice boşalacak, zıvanadan çıkacaklardı öyleyse... Belki “fırsat bu fırsattır” deyip, bağırıp çağıracaklar, halay çekip nara atacak, silah atacaklar, şu namuslu eve karı-kız getireceklerdi.
Yok yok, bu oğlan gitmeden bir hal yolu bulmalıydı.
—Ne var ki o şişede, seni böyle kızdırıyor?
—Kolonya, limon kolonyası
—!!??
Vay namussuz öğrenci; Deli İbrahim’den de beterdi bu. Kolonya içiyordu ha! Memlekete anası olacak garip yol gözleyedursun, bu aylak oğlan, hangi duvar dibinde zıbarıp kalacaktı kimbilir? Bir yol bulmalıydı. Bu hayırsız kaldırıp atmalıydı...
Az önce arkadaşını dövüp fosurdayarak sigara içen gence minnet dolu bakışlarla baktı. Demek ki iyi aile çocuğuydu ve ortalığı kırana veriyordu; kendisinin üst katta haberi olmasa bile...
Birkaç dakika sora elini yüzünü yıkayıp, alıyla moruyla içeri giren öğrenci, ev sahibinin yiyecekmiş gibi bakan gözleri karşısında hançer yemiş gibi oldu. Yediği dayak yetmezmiş gibi bir de bu haris adam cephe almıştı anlaşılan...
—Oğlum canına yazık değil mi? Ben kolonya içen kimseyi istemiyom evimde! Bugünden tezi yok, evimi boşaltacaksın.
Kolonya içmek mi? Döven, dövülen ve diğerleri de dahil, seyrek sakalları titreyen, soluk tenli yüze dönüp baktılar. Ortalığı birbirine katan gençlerden, dayak yiyenle atanın bakışları birbirleriyle çarpışınca, az önceki karamsar tablo yerini daha yumuşak bir ortama bırakmış, yarım saat evvelki bağırıp çağrışan, dövüşen onlar değilmiş gibi iki genç birbirlerinin yüzüne bakarak gülmeye başlamışlardı. Diğer öğrencilerin de katılmasıyla oda kahkaha tufanına dönmüştü.
Teker teker gençlerin yüzünü tarayan ev sahibi, bu kaçkınların ne yaptığını anlamak için zorladığı zihnini, suratına yerleştirip öyle komik bir hale bürünmüştü ki, gençlerin kendisinin bu şaşkın tavrına güldüklerini anlayamıyordu.
—Kolonya mı?
—Kolonya içmek mi?
—Canımıza mı yazık?
—Evi mi boşaltalım?
Bir iki yutkunmadan sonra, ev sahibi sert olmaya çalışarak :
—He ya. Evimi boşaltacaksınız. Ben içkili gençleri istemiyom. Kolonya, ispirto, irakı... Allah bilir sizde toz da vardır. Ekmek teknemi sizin yüzünüzden kaybedemem...
—Kolonya, ispirto, rakı?
—Toz mu?
—Eroin mi yani?
Yorulana kadar atılan kahkahaların, akan yaşların sonu gelip ortalık sakinleşince, dayak atan genç durumun vehametine varıp, ortalığı düzeltme yoluna gitmenin zamanının geldiğini anlamıştı. Ev sahibinin de dahil, herkesten, özellikle de dövdüğü gençten özür dileyen bakışlarını dolandırdı, söyleyip söylememek arasına bocaladıktan sonra konuşmaya başladı:
—Hepinizden özür diliyorum. Bu kokudan, limon kokusundan nefret ediyorum... Ne kadar söylesem de anlayamazsınız ama... Hep kötü şeyleri hatırlatıyor bana. Yatalak babaannemin yatağı kokmasın diye dökerlerdi; kolonya pislik kokusuna bürünerek geri yükselirdi. Babam eve sarhoş gelirdi çoğu zaman. Annem onu ayılması için kolonyayla yıkardı sanki. Anason kokusuyla, kusmukla karışıp daha beter bir kokuyla ulaşırdı burnumuza o sarı su... Yaz aylarında simit sattırırdı babam bana. Tepsiyi boşaltamaz, az parayla dönersem, haylazlık yapıp boşverdiğimi, sinemaya kaçtığımı, oyuna filan daldığımı zanneder, beni bir iyice döver, avlumuzdaki dut ağacına bağlardı ceza olarak. Zavallı anam, babam uyuduktan sonra gelip beni çözer, moraran yerlerimi kolonyayla ovardı. İkimiz de ağlardık... O zamanlardan beri, yaşayamadığım çocukluğumdan beri, hep kötü olayların ortağı gibi gördüm bu kokuyu... Sevmek, nefretimi gidermek için ne kadar çaba gösterdiysem de başaramadım.
Aval aval sözlerini dinleyenlerin yüzüne mahçup bir edayla baktıktan sonra, acı yüklü bir gülüşle devam etti:
—Elimde değil. Bir yerlerden kokusunu aldım mıydı yüzümü al basıyor, kan beynime sıçrıyor. Babamın o zayıf çocuğa indirdiği tokatları tekrarlayacağını sanıyorum... Zavallı Ferhat’ı suçu olmadığı halde dövdüm. Ahmet Amca durumu yanlış anladı. Benim yüzümden hepiniz evinizden olacaktınız. Hakkınızı helâl edin.
Ev sahibi, gençlerle veda edip üst kata çıktığında, Ferhat biraz daha anlayan bakışlarla arkadaşına baktı baktı baktı... Daha sonra da su yüzü görmemiş pencereyi açtı yarıya kadar gelmiş şişeyi kavradığı gibi savurdu.
*
Bir iki saat sonra arkadaşlarının refakatinde evden çıkan genç, bavuluyla, şunca yılının geçtiği evin küçücük bahçesini adımlarken, kırılan şişeye ayakkabısının ucuyla dokundu, burnuna yükselen koku, onun için artık hiçbir şey ifade etmiyordu...
|