Kardelen'i DergiKapinda.com sitesinden satın alabilirsiniz.        Ali Erdal'ın yeni kitabı TÜRK KİMLİĞİ çıktı        Kardelen Twitter'da...        Kardelen 34 Yaşında!..       
    Yorum Ekle     4609 kez okundu.     1 yorum bırakıldı.     Yazara Mesaj

NİYE GİTTİN CİCİ ANNE?
Fatma Pekşen

  Sayı: 64 - Nisan / Haziran 2010

Bir pazen pijama... Bir daha... Bir daha... Eprimiş birisi. Lastik kısmı gözüktü gözükecek.

Yünlü kumaştan bir etek... Kumaş ama beli büzgülü dikilmiş. Duman renginde. İsli, öksürten, perdelere fena koku bıraktıran kömür izi gibi bir etek... Kış gibi. Azıcık da hüzün rengi...

Bir kazak. Bir daha kazak. Birisi sarı renkte. Sarının yeşile çalan tonu desek daha doğru olur aslında. Tam adı ne bilmiyorum.

Türbe yeşili bir hırka. Üstten ilk düğmesi başka renkte; kopmuş da bulunup geri dikilmemiş olacak, yerine benzerini tutturmuşlar.  Diğerleri orijinal.

Daha altta diz hizasından büzmeli, iki pazen don ile iki de gecelik.

Bir de mavi beyaz yol yol çizgili, kenarı dantelli çarşaf.

Hepsi ama hepsi alaca pazenden bir bohçanın içine cem olmuş vaziyette. Hepsi de kadın giysisi. Çarşaf dışında tabiî... Bir zamanlar içinde canlı olan, şimdilerde ebedi istirahatgâhında yatan, sülalenin en küçük bedenlisinin, Cici annenin evdelikleri.

Evdelikleri diyorum; çünkü dışarlıkları pek fantazidir. Yakası siyah satenden yün elbiseler mi dersiniz, ipek gömlekler mi, yazlığıyla kışlığıyla tayyörler mi... Gençliğinde, tek tarafını kaşına eğerek giydiği, tüllü şapkasının olduğu bile söyleniyor.

Uzaktan uzağa akrabamız olur. Bayramda seyranda, cenazede başsağlığında görüşürüz. Ama “yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmez” diye tabir olunanlardan da değiliz.

İki gün önce, -ben bile yüzünü zor görürüm, nasıl buldularsa- bizim küçük oğlanın kucağına çıkın edip vermişler yakınları. “Annen bunları tanıdık fakirlere versin”.

Emredersiniz efendim! Ne demek... Hemen bulurum birilerini!

Fakir karılar mahallesinin muhtarıyım sanki. Kimi bulup kime vereceksem... Zati Cici anne merhum, yarım porsiyonluk bir şeydi. Benim tanıdıklarım iki porsiyon gelir en azından. Fakir makir ama levent cüssesindeler topu da.

Ramazanlarda üç beş öğrenciyi iftara çağırınca, azıcık el işi yapıp, öteberi vererek kermeslere yardımda bulununca, ciddi ciddi iş gören biri sandılar beni galiba.

Sabah on sularında yoksul tanıdıklardan birine telefon ettim, “Kiraz bize kadar gel, verilecek öteberi var. Akrabalar yollamışlar da”...

Telefon çat diye yüzüme kapandı. “Bize valilik veriyor. Senin eskine mi kaldık?” Bu veya benzeri mırıltılardı Kiraz kızın söyledikleri. (Uydurmadıysam tabiî. Bazen olmamışı olmuş gibi sanırım.)

İkinci telefon da boşa çıktı. Sabah erkenden işe çıkmış kadın. Boşanmış iki çocuklu kızkardeşinin, üç beş kere niyet ettikleri halde bir türlü ayrılamayan kızı ve damadının, bir de askerden geleli üç sene olan oğlunun boğazına bakabilmek için civar mahallelere temizliğe giden Sabahat'tı sorduğum.

Üçüncüyü ürke korka aradım. “Annemin dişi ağyıyoy teyje, dişini çektiymeye gitti” diyen bir çocuk sesi verdi cevabı. Kaldık mı bir kucak giysi ile baş başa!

Donları, hırkaları, gecelikleri ayrı ayrı mı koysam acaba? Belki kapıya sık sık gelen fakirlerden ufak cüsseliler çıkar da peyderpey vererek kurtulurum bunlardan.

O da ne! İki yün çorap ile iki de patik, bohçanın en altında imiş. Evirdim çevirdim. İmkânı yok bu tanıdığım hiç kimsenin ayağına olmaz. İkisini uç uca eklesem ancak tek patik olur. Ne yapsam acaba? Kime versem bunları? İçine pamuk doldurup eski zaman işi, iğnelik mi yapsam acaba? Sonra da iki ayrı komşu kızına çeyizlik diye hediye etsem... Ama bilmem ki?

Şükrüş'ün komşusuna, Naciye'nin ablasına rica derken, öğlene kadar epey bir adamı aradım. İnce bedenli, yaşlıca, biraz da hasta olmalı bunları alacak olan. Çünkü yün ve pazen yığılı bohçanın içi. Çarşamba pazarı gibi rengârenk.

Oh çok şükür! Sonunda birisi, yani Yeter, “iki güne kadar uğrar alırım”dedi. Dünya ne kadar genişmiş yahu. Ben niye sıkılıyordum ki bu kadar?

İki gün gecikmeli olunca, Cici anne benden hesap sormaya gelecek sandım bir an.

Hepsi neyse de antreye, vestiyerin üzerine bohçasıyla koyduğum giysilerin yanından, gece nasıl geçeceğim diye ürktüm önce.

Üzerinize afiyet, -öğretilmişlikten olsa gerek- ben ölüden çok korkarım. Sadece sararmış cesetten mi? Ölüyü hatırlatan her şeyden korkarım. Eşyasından kıyafetinden, cansız bedenini yıkayanlardan...

Küçükken nasıl olduysa anneme saçı sakalına karışmış bir dedenin ölüsünü göstermişler; o, o zamandan beri korkar olmuş. Biz de gözümüzü “ben ölüden korkuyorum” diyen bir annenin yanında açtığımız için otomatik olarak kabul ettik durumu. Anneler korktuğuna göre çocuklar da korkmalı dedik. Bir bildiği olmasa koskoca kadın mahalleden cenaze çıktığı gün gözünü kırpmadan sabahlamazdı, diye düşündük.

Gençliğinde şifalı sular mı içirmemişler, güvercin yüreği mi yutturmamışlar, okunmuş kara üzüm mü yedirmemişler? Hiç biri fayda etmemiş ne yazık ki.

Bir sâlâ duysa eli ayağı titremeye başlar. Ölen kişi çok yakını değilse gitmez; epey sonra taziyeye gider. Utanacak kadar yakın biriyse, cenaze kalktıktan sonra şöyle beş dakikalığına uğrar, üzüntülerini bildirip, acılarını paylaşır ve eve dar düşer.

Yani uzun lafın kısası, öylesi annenin böylesi kızı olarak, vestiyerin üzerinde iki gündür üç-beş nöbeti tutan asker gibi dikili duran bohçanın yanından koşarak geçtim ama giysiler, iki gün daha durduktan sonra nihayet yeni sahibesine gidecek.

Vallahi Cici anne, hayatta iken sen bu kadar kalmamıştın bizim evde. Mühim meselelerde diğer akrabaların ardına takılır, ucuna iliştiğin kanepede iğreti oturur, sonra da çıkar giderdin.

 

*

 

“Abla, senin bu rahmetlinin hastalığı var mıydı?”

Hoppala! Nerden çıktı şimdi bu soru?

“Şeyyy... Vardı biraz.”

“Neydi acaba?”

Vah canım. Yoksul olduğu kadar da iyi kalpliymiş şu Yeter. Nasıl da ilgileniyor. Düşüp ayağını incittiğinde, bizim Cici'ye bakacak kimseyi bulamamışlardı yakınları. Demek ki bu temiz kalpli kadına rastlasaymışız kimsenin gözü arkada kalmayacakmış.

“Öksürüğü vardı biraz. Kışları kötüleşirdi”

Boğulacak gibi olurdu zavallı. Zaten küçücük olan bedeni daha da küçülürdü öksürük nöbeti geldiği zaman. Kızarır, morarır, renkten renge girerdi ciğerlerindekini atmak için. Gözleri belerdiğinde, çantasından bir şişe içinde ilacı çıkarılıp ağzına sıkılınca biraz rahatlardı.

“Test sonuçları nasıl çıkıyordu?”

Bu kızın adını kim Yeter koymuş acaba? Bu ne kadar incelik Yarabbim? Altın bunun adı Altın! Altın yürekli Yeter! Babaannesine götüreceği bu bohça ona az bile gelir. Bu eskilerin üzerine, sandığı kurcalayıp birkaç parça da ben bir şeyler eklesem. Kendisine de geçenlerde aldığım gömleklik kumaşı vereyim en iyisi.

“Testlerini bilmiyorum. Çok yakın değildik.”

“Bir telefon açsan da öğrensen abla”

Yufka yürekliliğin bu kadarı da fazla ama! Beyaz urbaya bürünüp, omuzlarda salına salına gideli, yerine yatalı kaç gün olmuş, neredeyse kırk mevlüdü okunacak olan kadının test sonuçlarını sorarak, yüreği yaralı insanları yeniden üzemem ki? Hem çok fazla samimiyetim de yok. Ne derim ki ararken?

“Telefon numaralarını bilmiyorum. Öksürüyordu işte.”

“Balgam çıkarıyor muydu? Kan var mıydı içinde?”

Aman Allah'ım! Verem-savaş dispanserinin hemşiresi sanki karşımdaki. Ne bileyim ben be kızım! Ne bileyim! Koynunda mı yatıyordum! Sabah kahvaltısını, ikindi çayını beraber mi içiyordum!

“Ben görmedim hiç. Niye sordun ki?”

“Hepatiti var mı diye merak ettim”

Acaba, kızın derslerine filan mı lazım bu sual? Hazır bulmuşken konuyu, biraz öğrenmek istiyor galiba. Gerçi kız biraz kabaca duruyor, okulu biteli çok olmuş gibi. Okul bitmiş de dünür bekler pozları daha uygun.

“Ne bileyim kızım! Hadi vardı diyelim, ne yapacaksın?”

Kız, iğne batmış gibi irkildi. Çok mu sert çıktı sesim acaba? Kolay kolay yükseltmem ama... Bazen, kızınca... Olur ya, insanlık işte.

“Vardı da beni niye çağırdın buraya? Biz sizin hepatitli hastanızın soykalarına mı kaldık? Eve mikrop götürmek için mi teptim onca yolu?”

“Ne soykası, ne mikrobu?”

“Bir de bağırıyor utanmadan! Ben senin yarı yaşındayım ayol! Hem bir yığın eskiyi tıkmaya çalış, hem de bağır. Döv istersen!”

Ben yanlış mı duyuyorum acaba? Ne bağırması, ne dövmesi? Tuvalete düşmüş karıncayı çıkarmak için süpürge çöpüyle üç saat uğraşan ben, niye bağırayım ki durduk yere?

“Ne dövmesi Yeter? Nerden çıkardın bunu?”

“İmdaaattt... Can kurtaran yok mu? Adam kesiyorlar burada” çığlığı ile dışarı doğru kaçış ve kapının “güm!” diye çarpılışı.

Rüya mı görüyorum yahu? Topu topu beş dakikanın içinde bu kadar şeyi nasıl uydurur insan? Yoksa gene uyduruyor muyum bazı zamanlar yaptığım gibi?

Aman Allah'ım sen nelere kadirsin? Neler yaratıyorsun.

Şimdi ben ne yapacağım, farkına varmadan bağrıma bastığım, sabun kokulu koca bohçayla? Ürke korka kaç gündür yanından geçtiğimiz urba çıkını kaldı mı gene başıma? Şimdi kimi bulup da kime dağıtacağım pırtıları?

Tekrar arasam mı bir yerleri? Ya da muhtarlığa gidip akıl mı danışsam? Televizyonlardan işittiğim sosyal markete mi başvursam? Ya da oğlanın kolunun altına verip, “al bunu getirdiğin yere geri götür!” mü desem kedi azıtır gibi.

Ya geri gelirse yıldızları saya saya? Sabah kalktığımda bohça eşikte bekliyor olursa?

Termosifonu da kaldıralı hayli oldu. Yoksa gönderenlere haber vermeden, bir kibritlik saltanatla dumanını göklere savurmayı da düşünebilirdim.

Sahi, niye gittin Cici anne, niye gittin?

Niye bunları da götürmedin?

 


Bu yazıya yorum ekleyin

Adınız
E-posta Adresiniz
Yorumunuz
 

CAPTCHA


Resimdeki rakamları bu alana yazınız


Eklenen Yorumlar


Ekleyen : deniz yalinç    19.05.2011
Yorum : Yazınızı hem gülerek hem de üzülerek okudum. 2kez ev taşıdık, kilo aldığım için olmayan giysilerimi bende yardıma gelen temizlikçi ablaya vermek istedim dudak bükerek baktı, giysi marketlerine götürdüm yeni, etiketli var mı? diye sorduklarında bozuldum, çünkü hepsini yıkayıp ütüleyip götürmüştüm. Şimdi evde giysi, elektronik bir sürü şey birikiyor topluyorum, kara kara düşünüyorum.





 
Mustafa... - Sayı 123
Pehlivan dayının elmaları... - Sayı 120
Armudun Son Çiçeği... - Sayı 115
Cılga... - Sayı 112
Tüm Yazıları

ASKIDA ABONELİK: Siz de "askıda abonelik kampanyası"na destek olmak ister misiniz?

Gelecek sayının konusu (125):
Çocuk; insanlık zincirinin ebediyet halkası...

Son Eklenen Yorumlardan
 Amin.... Ömer Faruk Erkoyun

 Amin.... Ömer Faruk Erkoyun

 Merhaba. Mən n Azərbaycandan yazıçı Gülər Natiq İsaq ✍️ Bu şeiri çox b&#... Guler

 Altıntaş Hanımefendinin Ey Güzel şarkısının akorlarını çıkarmak üzere sözlerini aradım ve ne mutlu b... Zafer

 Altıntaş Hanımefendinin Ey Güzel şarkısının akorlarını çıkarmak üzere sözlerini aradım ve ne mutlu b... Zafer


Devekuşunun kafasını kuma gömmesi misali kafasını toprağa gömen Avrupa bilmez mi ki, nefesi kesilince kafasını (soktuğu yerden) çıkarmak zorunda kalacak ve pişman olacaktır(pişmanlık duyacaktır).
Kardelen: Sayı 1, Temmuz 1992
Ana baş tacı olmalıdır
Analar baş tacımızdır
Hayatın merkezi anneler
Şaşırmadık
En sıcak sözcüktür anne!


Ali Erdal - Annelerin zaferi
Ali Erdal - Yolculuk
Ali Erdal - Kardelen’in 35. topl...
Kadir Bayrak - Anneme...
Bedran Yoldaş - Kelimelerin dansı aş...
Ekrem Yılmaz - Ana güç
Ekrem Yılmaz - Esip geçen ömürmüş
Ekrem Yılmaz - Aşk ile
Dergi Editörü - İddiamıza arşivimiz ...
Site Editörü - Hayatın merkezi anne...
Necip Fazıl - Şiirlerim ve şairliğ...
Necdet Uçak - Deme
Necdet Uçak - İster ağla istersen ...
Mustafa Büyükgüner - Heybemden
Mustafa Büyükgüner - Gazzeye ağıt
Kardelen Dergisi - Kardelenden haberler
M. Nihat Malkoç - Analar baş tacımızdı...
M. Nihat Malkoç - En sıcak sözcüktür a...
Hızır İrfan Önder - Bir anne arıyorum ac...
Ayhan Aslan - Toprak
Ayhan Aslan - Vuslat
Olgun Albayrak - Aşkın tarihi
Mehmet Balcı - Trabzon’dan üç portr...
Mehmet Balcı - Bizdedir
Mehmet Balcı - Ağıt
Hasan Tülüceoğlu - Göbeklitepe’de Hz. İ...
Ahmet Çelebi - Efendim
Kubilay Ertekin - Putlar ve putperestl...
Halis Arlıoğlu - Şaşırmadık
Murat Yaramaz - Anne duası
Gözlemci - Hadiselere bakış
Muammer Zeki Aygur - Hani nerede
İsmail Güçtaş - Demokrasi
İsmail Güçtaş - Örümcek ağı
Cemal Karsavan - Mutluluğumsun her za...
Heybet Akdoğan - Bu kaybedişler bizi ...
Ayşe Yaz - Sivil itaatsizlik
Servane DAĞTUMAS - Modern Azerbaycan ed...
Yaşar Akyay - Ana baş tacı olmalıd...
İbrahim Durmaz - Annem
İbrahim Durmaz - Anne
Turgut Yörükoğlu - Dervişan bohçası III
 
 
23 Mart 2005 tarihinden beri
 Ziyaretçi Sayısı Toplam : 15430739
 Bugün : 4340
 Tekil Ziyaretçi Sayısı Toplam : 652362
 Bugün : 400
 Tekil Ziyaretçi Sayısı (dün) Toplam : 329
 124. Sayıya Bırakılan Yorum Sayısı Toplam : 0
 Önceki Sayıya Bırakılan Yorum Sayısı Toplam : 3
Son Güncelleme: 9 Mart 2025
Künye | Abonelik | İletişim