Kimler CENNET’E girecektir İbrahim Buğalı Sayı:
65 - Temmuz / Eylül 2010
Sûre-i Ali İmran ayet 133: "Ve rabbinizden bir mağfirete ve eni gökler ile yer genişliğinde olan bir cennete koşunuz ki, muttakiler için hazırlanmıştır."
Bütün mahlûkatı hiç yoktan yaratan Allahü Teâlâ, dünyanın ve âhiretin saadetini emirlerine itaat etmeye bağlamıştır. Elbette cennete imanı olanlar, cehenneme de imanı olmayanlar girecektir. Sekiz cennet ve yedi cehennem el'an mevcuttur. Cennete kimler girecektir, onların vasıflarını açıklamaya çalışacağız.
Sûre-i Bakara ayet 38-39: "Dedik ki, O cennetten hepiniz aşağıya ininiz. Eğer benim tarafımdan size bir hidayet gelir de (bir peygamber, bir kitap-şeriat) her kim hidayetime tâbi olursa artık onlar için bir korku yoktur. Ve onlar mahzun da olmayacaklar."
"Ve o kimseler ki kâfir olurlar ve bizim ayetlerimizi tekzip ettiler, onlar ateş sahipleridir, onlar o ateşte (cehennemde) ebediyen kalıcıdırlar."
İşte bu mübarek ayetlerdeki hitap, ilk insan ve ilk peygamber Âdem Aleyhisselâmı, Havva validemize ve onların nesillerinden gelecek evlâtlarına ve onları iğfale çalışan şeytanadır. Beşeriyet için, selâmet ve saadete vesile olacak yol gösterilmektedir. Yüz yirmi dört veya iki yüz yirmi dört bin peygamber, kendilerine gönderilen şeriatları ümmetlerine tebliğ edip bu vazifeyi yerine getirmişlerdir. Son olarak da Peygamberimiz Muhammed Mustafa Sallallahü Aleyhi ve Sellem bu ilâhî tebliği yerine getirmiştir. Meâlini aşağıya aldığımız ayet-i celile bu gerçeği kesin olarak bildirmektedir.
Bu sebepten, insanlar uyanmalı, önlerinde sonsuz olarak cehennem azabı olduğunu düşünerek, kendilerini ebedî felâkete götürecek işlerden sakınıp, Allah'ın hidayet yolunu gösteren kitabına sarılmalıdır. Kurtuluş için başka çare yoktur.
Sûre-i Şûra ayet 7: "Ve işte sana böyle Arabî bir Kur'ân vahy ettik ki, Ümmülkurayi (Mekke-i Mükerreme ahalisini) ve onun çevresinde bulunanları (bütün milletleri) korkutasın ve kendinde şüphe olmayan o kıyamet gününden de korkutasın. (İşte o gün) Bir fırka, cennettedir ve bir fırka da cehennemdedir."
Bu ayet-i celile, bütün dünyadaki insanlara hitap etmektedir. Kim olursa olsun, hangi memlekette bulunursa bulunsun ve hangi lisanı konuşursa konuşsun, eğer dünyadan âhirete imansız giderse, onun ebediyen cehennemde kalacağı muhakkaktır. İmanlı olduktan sonra, hangi lisanı konuşursa konuşsun, etnik köken, insanların beraber yaşamalarına ve cennete gitmelerine engel değildir. İmansız olursa, isterse en yakın akrabası olsun, bunları beraber yaşatmak mümkün değildir. Meselâ: "Ebû Leheb peygamberimizin amcası ve "Tebbet" Sûresinin muhatabı oldu. Selmani Fârisi ve Süheyli Rûmî ise, en yakini idi. Birisi İranlı, diğeri Rum diyarındandı. Bir kimse bunu kabul etmemekle, bu gerçeği değiştirecek değildir. Bunun haricinde gideceği bir yer de yoktur. Bu sonsuz yolculuğa her gün binlerce insan çıkmıyor mu? Gafletin bu kadarına ne demeli?
"Yukarıda meâlini vermeye çalıştığımız Sûre-i Bakara ayet 38-39'da, Cenâb-ı Hakk, ilk insan ve ilk peygamber olan Âdem Aleyhisselam'a ve nesline hitap ettiği muhakkaktır. Sûre-i Şûra ayet 7'de, Peygamberimiz Muhammed Mustafa Sallallahü Aleyhi ve Sellem'e ve onun ümmetine hitap ettiği açık olarak görülmektedir. İşte her peygamberin getirdiği din İslâm Dini'dir. Peygamberler arasında hiçbir ihtilâf yoktur. Sadece yaşadıkları zamanlar ayrıdır. İnsanlar yaşadıkları devirde, kendilerine gönderilen peygambere ve getirdiği şeriata tâbi' olmak mecburiyetindedirler."
İnsan, İmanı sayesinde sonsuz cennet nimetlerine nail olur. İmanı olmayan elbette cennete giremez. Fakat bu büyük nimet nasıl elde edilir ve kimlerin sinesinde bulunur? Elbette iman, Kur'ân-ı Kerim'e ve O'nu tebliğ ve tatbik eden Peygamber'e (Sallallahü Aleyhi ve Selleme) tabi' olmakla olur. Yani İslâm Dinine, zerresinde şüpheye düşmeden inanıp teslim olmaya ve gücünün yettiği kadar da yerine getirmeye bağlıdır. Bu gerçeği kısa ve net olarak aşağıda açıklamaya çalışacağız. Biiznillâhi Teâlâ.
Kur'an-ı Kerim'in yüksek hükümleri iki kısımdır:
1-İ'tikadî kısım; yani kalbin tasdikine, rızasına, beğenmesine ve sevmesine müteallik hükümlerdir. Bunlara i'tikad hükümleri denir ve bunlardan kıl kadar inhiraf (ayrılmak) sadece küfürdür, ebedî azabı muciptir. Bu cihet kalbin işi olduğundan kimsenin ona müdahale ve nüfuzuna mahal yoktur.
Bu nevi hükümlerden kıl ucu kadar uzaklaşmak onlar üzerinde tereddüt ve kararsızlık, onlara karşı inkâr ve istihkâr (hakir görmek), istihfaf (hafife almak) ve istihza (eğlenceye almak), onları sevmemek, beğenmemek, zaman ve mekâna tatbik imkânından mahrum saymak, ebediyen mahvolmayı gerektirir. Bu suretle en küçük bir tereddüt ve rızasızlık gösterenler tamamen küfre girerler ve İslamlık izhar edip Kur'ân okusalar, namaz kılsalar, oruç tutsalar, zekât verseler, hacca gitseler de gene kâfir kalırlar. (Es-Seyyid Abdülhakim)
2- Kur'ân-ı Kerim'in ikinci kısmı; fıkıh hükümleridir ki, İbadât ve Muamelât'a dairdir. Bu hükümlerin de seve seve yerine getirilmesi gerekir. Kabullenmemek ise küfürdür.
Sûrei Nisa ayet 63: "Hayır (onların iman iddiaları doğru değil,) Rabbine andolsun ki onlar, aralarında seni hakem tayin etmedikçe (senin verdiğin hükme rıza göstermedikçe) sonra da (senin) hükmedeceğin şeyden dolayı (itaat ve inkıyad gösterip) nefislerinde bir sıkıntı (bir iztırab, bir rızasızlık) bulmadıkça ve tam bir teslimiyet ile teslim olmadıkça iman etmiş olmazlar."
Çünkü Resûlüllah'ın hükmüne rıza göstermemek, Allah'ın dinini-hükmünü inkâr etmek cahilane bir hareket olup imanı götürmektedir.
Zamanımızdaki bu gibi kişilerin hallerini, Ahmed Ziyaüddin Gümüşhanevî Hazretleri de "Camii'l- Mütûn" isimli eserinde çok açık bir şekilde şöyle beyan buyuruyor: "Bir kimse, iman, küfür, hidâyet, sapıklık ve ilhâd (hak mezheblerden ayrılma) bunları bilmezse, adet-i vech üzere bu kişinin lisanından Kelime-i Tevhid söylemesi "icmalen" (tüm olarak) iman sayılır. Fakat bu inanış, bilerek tafsilâtlı ve tahkik ederek (kesin olarak) olmamıştır. Ve yine bu kişi bazen de küfür kelimesini söyler, bozuk bir inanışı ve kötü bir düşünceyi taklit eder (benimser). Böylece "mürted" (dinden çıkma) olma bataklığına yuvarlanmış olur."
"Bu gibi kimseler, şu hal üzere dünyada bin sene yaşasalar ve namaz, oruç, hac ve sair ibadetleri yerine getirseler, gidecekleri yer ebediyen cehennem olur. Bunları hiç bir kimse de cehennemden kurtaramaz. Bilhassa bu kötü zamanda (kitabın yazıldığı tarih takriben yüz sene öncedir.) Bir kimsenin, Kelime-i Şahadet söylemesi de küfrü kaldırmaz. Bu inançsızlığını gidermediği müddetçe, yani kuru söz bir şey ifade etmez." Bu günkü halimiz nicedir? El-Iyâzübillah. (Mezkûr eser sahife 3 ve 37)
Es-Seyyid Abdülhakim Arvasî Hazret'leri İstanbul'a teşriflerinde, bütün Tekkelerin bozulmuş olup Gümüşhanevî Tekkesi'nin ise gayet mazbut olduğunu beyan buyurmuşlardır. Ahmet Ziyaüddin Efendi Hazretleri'nin bir kısım müritleri, vefatından sonra, Es-Seyyid Abdülhakim Efendi Hazretlerine gelmişlerdir. Burada Şâir "Fuzuli'nin" bir beyti hatıra gelmektedir:
"Adalet tınetinin tarzını ol Pâk-i tenden sor.
Nübüvvet Hırkasının zevkini Veysel Karan'dan sor."
Sûre-i Naziât ayet, 37-38-39-40-41: "İşte (dünyada iken) azıp da (âhireti unutarak) dünya hayatını tercih edenin varacağı yer şüphesiz cehennemdir. Ama kim rabbinin azametinden korkup ta (âhirette rabbinin huzurunda hesap vereceğini düşünerek) kendini kötülüklerden ve nefsini heva dan (arzu ve isteklerinden) muhafaza eden kimsenin yeri, yani makamı da cennettir."
Hayret edilir ki, bazı kimseler, dünya hayatına çok düşkün olurlar, âhiret hayatını hiç düşünmek istemezler. Ölüm hali yaklaşınca cehennem kendilerine gösterilir azabı müşahede ederler, o anda iman etmek isterler fakat kabul olunmaz. (Hali yeisde-ölürken) kâfirin imanı sahih değildir. Fakat Müslüman tövbe ederse makbuldür.
Hadis-i Şerif: "Şu üç şey kendisinde bulunan bir kimse, imanın tadını bulur. Bunlardan mahrum olan, imanın lezzetini tadamaz.
1-Allah ve Resûlü'nün sevgisini-emirlerini her şeyden daha üstün tutmak.
2-Sevdiğini yalnız Allah için sevmek, sevmediğini Allah için sevmemek (başka gaye ve menfaat gözetmemek).
3-İslâm olduktan sonra tekrar küfre girmek, ateşe girmek gibi kendisine çirkin gelmek. (Buhâri)
Hadis-i şerif. "Sizden herhangi bir kimsenin kalbine iman girmiş olmaz (imanı sahih olmaz). Hattâ bütün arzu ve istekleri, benim getirdiğim dine tâbi' olmadıkça."
Bu sebepten, Şer-î Şerife itiraz, muhalefet asla câiz olamaz. İnsanın arzu ve istekleri sadece ve sadece, Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem'e tâbi' olmak ve hiçbir hususta muhalif olmamak şartıyla İman muhafaza edilmiş olur. Bu hususta kıl ucu kadar muhalefet imandan bir eser bırakmaz.
Keza Mürşid-i Kâmile dahi muhalefet câiz olamaz. Zira hidayet ile nefsânî istekler, hak ile batıl bir yerde bulunamaz. İşte bu sebepten Tasavvuf büyükleri, bu teslimiyeti, cenazenin gassâle (cenaze yıkayana) teslimiyeti gibi olacaktır diye ta'rif buyurmuşlardır. Yani hiçbir hususta itiraz ve muhalefet olmaması gerekir ki, lâyığı ile inanıp istifade edilebilsin.
Aynı zamanda bu izahatta, Ehl-i İmanı, kefere ve fecere tâifesiyle beraber olmaktan ve onların arasında bulunmaktan sakındırmak vardır. Çünkü kötü arkadaş sonunda insanı kendisine benzetir ve doğru yoldan çıkarır.
Hadis-i Şerif: "Bir kimse benim sünnetimi terk ederse (benim yolumdan ayrılırsa), şefaatim ona haram olur."
Hadis-i Şerif: "Bir kimse benim sünnetimi muhafaza ederse (gösterdiğim yoldan giderse), Cenâb-ı Hakk, o kimseye dört haslet ihsan eder: İyi kimseler kendisini sever, kefere ve fecere kalbine korku düşer ve ondan korkarlar, rızkı çoğalır ve dinde kendisine itimat edilir, herkes ona saygı duyar."
Hadis-i Şerif: "İleride insanlar üzerine öyle bir zaman gelir ki, Sünnetim unutulur ve bid'atlar ihdas edilir. Sünnetime-Dinime tabi' olanlar yalnız kalır, insanların bid'atlarına uyanlar, kendilerine elli ve daha fazla arkadaş bulurlar. Mü'minler benim Sünnetimi-Dinimi muhafaza ederler, tıpkı avuç içerisinde ateş tutar gibi dini vecibelerini yerine getirirler. Bunlara yüz şehîd ücreti verilir"
Bir misal ile bunu izaha çalışalım: "Bu gün bir aile reisi, farz olan setr-i avret hususunda, İslâm'ın emrettiği şekilde hanımını, çocuklarını ve torunlarını evinde, sokakta mektepte ve her türlü kamu alanlarında giyinme ve yaşatma gücüne sahip midir? Bunu yapabilecek kaç aile vardır? Bu vazifeyi yerine getirmek avuç içerisinde ateş tutmak kadar güç değil mi? (Din garip gelmiştir ve garip gidecektir. Gariplere müjdeler olsun.)" Hadis-i Şerif meâli.
İşte yukarıya meallerini aldığımız Ayet-i Celileler ve Hadis-i Şerifler ve diğer izahatlar açık olarak gösteriyor ki, Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem'e ve O'nun getirdiği tatbik ve tebliğ ettiği İslam Dini'ne muhalefet, ebedi azabı mucip olduğu muhakkaktır. İslâm'dan başka bir sistem arayan, elbette ebedî olarak hüsranda kalacaktır. Bin dört yüz küsur senedir, bu yoldan yürüyen Müslümanlar, önce dünya saadetini elde etmişlerdir. Demek ki, dünya ve âhiret saadeti İslâm'a bağlıdır. Elbette sonsuz hayatta onların olacaktır.
Yavuz Selim Cennet Mekân Hazretleri, bu gerçekleri inkâr eden ve Müslümanlar arasında fitneler çıkaran Rafizî Şah İsmail'e gönderdiği Notada, İslâm'ın haricinde gidecek yol olmadığını bildirmiş ve dünyaya ilân etmiştir (rahmetüllahi aleyh). Bu Nota, 942 de Vatikan'da bir müzede bulunmuştur:
"Zındıklığı İlhâd ile izdivaç ve imtizaç ettirdiğinize, (Küfür ile mezhebsizliği birbirine eş tutup karıştırdığınıza) fitneler çıkardığınıza, Ebu Bekir, Ömer ve Osman Radıyallahü Anhüm Hazaratına sebb ü la'net ettiğinize dair katlinize fetva verilmiştir. Kılıçtan evvel İslâmiyeti teklif, Şeriat icabatındandır. Zira Nusus-ı Kur'âniye zevâhire mahmuldür. Ehl-i Batının iddia etmiş olduğu mana küfür ve ilhaddan başka bir şey değildir. Kur'ân Amirdir. Kur'ân Zacirdir. Tarik-ı Meslukdur ve Mes'el-i Madrubdur. Şer-i Şerif'in gösterdiği yollardan maada başka tarık yoktur. Tam bir samimiyetle Tevbe ve İstiğfar ediniz. Yok diyecek olursanız, ordularımızın ayakları altında ezileceksiniz."
OSMANLI AHLÂKI
Yavuz Sultan Selim Han Hazretleri, Mısır'ın fethi için yola çıkmıştı. Ordu saatlerce bağlık ve bahçelerden geçti. Her taraf meyvelikti. Tam Gebze'ye gelindiği zaman orduya mola verildi. Yavuz Selim Han, yeniçeri ağasına: "Canım bir elma istedi, bana elma bul." dedi. Yeniçeri ağası elma aradı, bulamadı. Padişaha gelerek, "Padişahım bir tek elma bile bulamadım." deyince; "Padişahımız hastalanmıştır. Hastalığının iyileşmesi elma yemesine bağlıdır. Kimde bir tane elma var ise mükâfatlandırılacaktır, diye ilan verin." dedi. Hiçbir asker elma getiremeyince, Yavuz Sultan Selim Han: "Eğer bir askerimin üstünde halkın bahçelerinden koparılmış bir tek elma çıksaydı, Mısır seferinden vazgeçecektim." dedi.
Bunu ordumun ahlâkını tecrübe için yaptım. Çünkü zafer yalnız keskin kılıçla değil, yüksek ahlâkla kazanılır. Bu ordu Tih sahrasını geçebilir ve Mısır'a girer diye kararını vermiştir.
Cennet Mekân Kanûnî de muhterem Pederleri Yavuz Sultan Selim Han ve Ecdadı gibi, aynı inancı açıklamıştır:
Bize farz olmuşken olmamız İslâm'a zâhir
Nice bir oturalım bunca günahı çekelim.
Umalım rehber ola bize Ebû Bekr ü Ömer
Ey Muhibbî! Yürüyelim şarka sipahi çekelim.
Abdüllah ibni Ömer (radıyallahü anhüma) nın rivâyet ettiği hadis-i şerifde, Resûlüllah Sallallahü Aleyhi ve Sellem buyuıruyor ki: "Allahü Teâlâ, size namazı, orucu, haccı, zekâtı farz ettiği gibi, Ebû Bekr-i Sıddîk'i, Ömer Fâruk'u, Osman Zinnûreyn'i ve Ali Murtezâ'yı (radıyallahü anhüm hazaratını) sevmeyi de farz eyledi. Bu dördünden birini sevmeyen kimsenin namazı da, orucu da, haccı da ve zekâtı da kabul olmaz. Kıyamet günü, bunlar, mezardan ateşe (Cehenneme) götürülür." Buyurdu.
Ehl-i Sünnet olanlara da: "Ey mutmain olan nefs! Sen Rabbinden ve Rabbinde senden razı olarak, iyi kullarımın arasına ve Cennetime girin." Buyrulur. (Sûre-i fecr.)
Bu hitabın muhatabı, elbette ehl-i imandır. Selâmet hidayet yolunu tutanlarındır.
|